Melloblocco 2009 Sonrası Takılmacası
Melloblocco İtalya’nın Lombardia bölgesinin kuzeyinde, Mello Vadisinde dünya çapında bir boulder-kısa kaya tırmanışı etkinliği. Geçen sene bunun gerçekleştiği haftasonu Milano’da öğrenciyken bir ders için grubumla buluşacağım için başka bir yere gidememiştim, ders buluşması iptal olunca bari boş durmayayım diyerek ayakkabılarımı kaptım, günübirlik gezi niyetine etkinliğin son gününe gittim, sonra insanlarla tanışıp yatıya bile kaldım.
———
Bu vadiye ilk gidişim değildi. İtalya’ya ucuz ve güzel şarap gerçeğine mesafesini koruyabileceğini düşünen saf bir Erasmus öğrencisi olarak gittiğimde önceliğim orada tırmanış konusunda kendimi geliştirmek, oranın kuruluşlarından eğitim almak, dağlarıyla ilgili bir şeyler öğrenmek falandı. Bir takım maceralı tırmanış partneri-etkinliği arayışlarından sonra kapalı salonlardan nefret eden bünyeme Milano’dan iş çıkmayacağını görmüş, Kasım 2008 gibi yakınlarda tırmanıldığını okuduğum Mello Vadisine gitmeye karar vermiştim, orada birileriyle tanışıp beraber tırmanmayı umuyordum. Melloblocco’ya giderken olduğu gibi ayakkabılarımı attım çantama, kemerimi de aldım, gideceğim yeri içermemesine rağmen İtalya’ya gider gitmez “aa büfede dağ dergisi satıyorlar” diye aldığım Montagna dergisinin daha kuzeydeki Bernina bölgesini kapsayan haritasını aldım, yemek, tulum ve mat bile doldurup haftasonu için yola çıktım.
(ulaşım)
Milano’dan bu vadiye toplu taşımayla gitmek için önce Lecco’ya gitmek, sonra aktarma yapmak gerekiyor. Burayı gördüğüm en güzel haliyle görüp suyun laciverti üzerinde yelken yapanlara özendikten sonra da Sondrio yönüne giden bir trene bindim. Bunlardan her durakta duran bir tane var, bir tane de ana duraklara uğrayan. İkincisiyle gidilirse Morbegno’ya kadar gidilebilir, oradan San Martino köyüne otobüs kalkıyor. Her durakta duran trene binilirse Ardenno’da inilip Morbegno’dan kalkan otobüs orada yakalanabilir. Ben trenlerde yok kilometrelik bilet kullanıp, yok bilet onaylatmayıp kontrollerde aptala yatmak gibi yollarla oldukça ucuza/bedavaya seyahat etmekle uğraştığım için en fazla mesafeyi trenle gideyim deyip Ardenno’da(266m) inmiştim. Burası 15km ileride San Martino(923m) köyünden sağdaki(doğu) Val di Mello olmak üzere iki yana çatallanacak olan Val Masino’nun (Val vadi demek) başlangıcındaki kasaba.
Burada otobüs bekleyeceğime yoldan binerim diyerek yürümeye başladığım küçük şirin köylerin arasından geçen 15km uzunluğundaki ve 650-700m yükseklik farkı içeren vadiyi karşımda Pizzo Badille’nin belirip belirip kaybolan manzarasının cazibesiyle tamamen yürümüş bulundum, bu da sabah ilk trenleri kaçırarak geç başladığım için akşamı etmem demek oldu. San Martino’ya vardığımda yolda uğradığım “çok amaçlı dağ tesisi”nin kapalı olduğunu görmüş, vadideki kampta insanlarla konuşmuş ama nedense orada olmalarına rağmen kapalıyız cevabı almış, yolda boltlu rotalar görmüş ama insan görmemiş, ne kalacak yerimin ne de birlikte tırmanacak insanın olmadığı sonucuna varmıştım. Vadi yüksekte ve kuzeyde olduğu için tırmanış sezonu geçmişti, son dönüş otobüsü saat 4 küsürdeydi, oranın malzeme dükkanına da bir uğrayıp sezonun geçtiğini teyit ettirdikten sonra tıpış tıpış son otobüsle döndüm.
——–
Melloblocco zamanı önceki seferin deneyimiyle otobüs saatlerine bakıp onu yakalayacak şekilde yola çıkmayı planladım, ama yine yeterince erken kalkamadım. Bu Lecco’ya istediğim treni 3. ya da 4. kaçırışımdı. Yine de elimde ev arkadaşımdan ödünç aldığım kafasına göre çalışan eski bir kompakt fotoğraf makinesi, yola çıktım ve Morbegno istasyonunda otobüs durağına gittim. Zaten Pazar günleri daha da az otobüs varmış ve zamanında gelsem de o sefer olmayacakmış. Bu arada istasyon çevresinde dolaşan bir başka kıza Val Masino otobüsleri buradan mı kalkıyor demiş bulundum. O da Melloblocco’ya gitmeye çalışıyormuş. Romen’miş(Hadi Romanyalı olsun, çingenelerle karıştırılmaktan şikayetçiydi), arkadaşları birkaç yıldır bu etkinliğe gidiyorlarmış, yanlarına uğramaya gelmiş ama orada kalmış. Ardenno’ya gidersek vadinin başında olacağımızı ve geçen her aracın gideceğimiz yönde olacağını, otostop çekebileceğimizi söyledim. Aklına yattı, trenle Ardenno’ya gittik ve bir yol arkadaşım olmuş oldu, adı Dana.
Vadide bir süre yürüdükten sonra tırmanışçı bir çift Dana ve beni arabalarına alıp kampa bıraktı. Kamp su kenarında, eriyen kar sularıyla buz gibi olan derenin üzerine slackline açmışlar, birkaç kişi düşmüş o gün. Kenarda “tırmanışçı şarabı” diye bir şey satılıyor. Burada Dana beni Romanyalılardan çadırda kalan ekiple tanıştırdı, hepsini çok sevmiyormuş, asıl arkadaşları gelene kadar durduk. Ufak tefek, incecik, turuncu saçlı, kocaman mavi gözlü ve çilli kızın babası Türk çıktı. Bafa’ya gitmiştik, bize orada tecavüz ettiler-abartarak kazıkladılar demeye çalışıyor- diyen sarışın çocuk Romanya’nın en iyi bouldercılarından biriymiş. Kızdan da çok ümitliler, yeni başlamış ama 40 kilo ve öküz gibi güçlü diye..
Dana’nın arkadaşları iki kişi ev tutmuşlar, yıllardır geldikleri için yol yordam biliyorlar. Adını hep unuttuğum temiz yüzlü bir gencimiz, bilgisayar medya bir şeycisiymiş. Adı adeta bir element gibi Florin olan bol dövmeli, hiper zayıf ve kaslı, uzun saç üstü bandanalı, göğsü piercingli ve bu detayları göstermek üzere üstsüz dolaşan genç Bükreş’te bir boulder salonu açmayı planlıyormuş, tutamak üretici, endüstriyel dağcı falanmış. Eğlenceli adamlar çıktılar, “akşam bizde kalın bugün Melloblocco sonu partisine gider yarın da tırmanırız” da deyince misafirleri oluverdim. Sonraki sabahki dersi kırabiliyordum ama öğleden sonra bir hocayla görüşmem vardı, ona yetişmek için fazla kalamayacaktım ama maksat muhabbet olsundu.
(Ödül Töreni)
Tören için önceki gelişimde kapalı olan çok amaçlı dağ tesisine gittik. Bahçesinde boulder kayaları, içinde basketbol sahası kenarı kapalı yapay tırmanış duvarları bulunan, tuvalet işareti testisleri sarkan erkek tırmanıcı çöp adamı olan bir güzide tesis bu.
Tören bahçede, köpeğini, sevgilisini, çocuğunu kapan gelmiş. Yolda sırtlarında kendilerinden büyük crashpad olan çocuklar minik ayaklı yürüyen crashpadler gibi görünüyorlardı. Festival alanında çoluk çocuk ailece slab kayalara tırmanıp yukarıda kendine yer edinenler, köpeklerine istasyon kurup perlondan kemer yapıp düşmesin diye istasyona girenlerle birlikte yaş aralığının çok geniş ve sosyal durumun çok farklı koşulları kapsadığı bir ortam oluşmuştu diyebilirim. Yürümeyi öğrendiği yaştan itibaren elinin ayağının tuttuğu son yaşlara kadar tırmanan bir kitle, farklı ülkelerden gruplar, bohem profiller çizenlerin yanında Pazar ofis tatil diye gelmiş gibi olanlar, evli ve çocuklular, yaşı ilerlemiş kumru çiftler, evcil hayvanlar, her tarafından bir marka sarkan tırmanış modası meraklısı gençler, kendini alıp gelmiş sakin kafa amcalar, 15 yaşında-50 yaşında sabah akşam tırmanıyormuş gibi vücut yapmış olanlar, keyifle güneşlenen hırssız seyirciler, büyükçe bir kalabalık bahçeye toplanmıştı. Türkiye’de kitle çoğunlukla üniversite öğrencilerinden oluştuğu ve insanlar sadece yaş bakımından değil, tarz olarak da daha homojen göründükleri için dikkatimi çekti. Alanı çevreleyen boulderlarda hamleler deneyenler vardı, sıkılan tesisin içindeki bara ilerleyip birasına kavuşuyordu. Zaten benim için sert olan kaya dolaylarında biraz takılıp biz de alkolümüze kavuştuk.
Festivale kaydolup tshirt ve rehber almak için geç olmuştu, ellerinde kalmamıştı. Bunun dışında standlarda eşantiyon ve kataloglar dağıtılıyordu, Petzl olsun, La Sportiva olsun, North Face olsun gelmişler, La Sportiva anahtarlığım oldu sonuçta. Bir de üzerinde melloblocco yazısına tırmanan çöp adam ve “You are never too old to go out and play” sloganı olan tshirt aldım ama sırtında kafam kadar La Sportiva yazdığı ve marka yazan şeylerden hoşlanmadığım için giyemiyorum.
Festivale kayıtlı olanlar için bir çekilişle sponsorlar malzeme dağıttılar, bizim Romanya ekibinden biri North Face çadır kazandı. Sonra festival süresince yarışma rotalarına tırmananların ödül töreni oldu, erkek rotalarının hepsine sadece Adam Ondra tırmanabilmiş, kızlardansa birkaçı rotaları tamamlamışlar, bir tanesi bir erkek rotası da çıkmış. Güzel de bir ablaydı, sarışın. Erkeklerden de biri tshirtünü çıkarıp üzerimize attığı için olsa gerek büyük coşkuyla karşılandı, ama bana tanıdık görünen tek kişi Adam Ondra’ydı. Kendisini arada arkaya gittiğimizde kalabalıktan ayrı yakaladık, yanımdaki çocuklardan biri tebrikler diye elini sıktı. Sonraki birkaç dakikanın konusu liseli Ondra’nın ahtapot gibi büyük, uzun parmaklı elleri ve deli gibi güçlü olması oldu.
(Pizzacı Fiorelli)
Tören dağıldıktan sonra tüm Romanya ekibiyle buluşup yemeğe burayı bilenler için malum seçim olacak yere gittik: Pizzacı Fiorelli. Yakınlarda çok iyi pizzocheri (sebzeli patatesli peynirli makarna gibi, gri bir şey) yapan bir yer de var, ama Fiorelli tırmanışçıların mekanı. Sahibi buraya yerleşmiş bir tırmanışçı, aynı zamanda malzeme dükkanının sahibi, bizim gençlerin kiraladığı ev de onunmuş, böyle zamanlarda kiraya verdiği bir iki dairesi varmış. Val di Mello tırmanış ortamlarının muhtarıymış adeta, her rotayı bilirmiş, yıllardır buradaymış. Pizzacının duvarları da etkinlik afişleri, ilanlar, dağ resimleri ve tırmanış fotoğraflarıyla dolu zaten. Fiyatlar uygun, pizzalar mis, şarabın da şişesi 6 euro mu neydi, orada başladık içmeye dışarıda devama sardık..
Gece dışarıda, çevredeki dağları ve şelaleleri anlatmak üzere yapılmış piramit şekilli su elemanının yanında bayağı durduk, şarap çevirdik. Gece kalmayı planlamadan geldiğim için üzerimde sadece bir askılı bluz ve mikropolar vardı, bir şeyler vermek istediler, olduğum yerde zıplayarak gerek yok canım dedim. Sarışın çocuk “senin tarzında gezmek istiyorum, böyle bir anda karar verip gece kalmalı” dedi. O esnada ben bütün gün şehir meydanında koşturan ve herkese kendini sevdiren köpeği inceliyordum, herkesindi kendisi.
Gürültü yapıyoruz ve saat iyice geç oldu diye tedirgin oldum, ama iki gün boyunca kasabadaki herkes güleryüzlüydü ve tırmanışçılara iyi davranıyorlardı. Zaten destekledikleri bir etkinlik, buraya en fazla insanı çeken ve köyün adını en çok duyuran şey olduğu için birkaç gün gürültü olmasından rahatsız olmuyorlarmış.
İyice donmaya yakın eve geçip uyuduk, uyuyuş o uyuyuş. Akşam biraz etkileyecek kadar içmişsem sabah çok erken uyanıyorum, tabii günlerdir tırmanan bünyeler yorgunlukla devrildikleri yerden kalkmıyorlardı. Önce gürültü yapmamaya çalıştım, baktım saat geçti kalkmıyorlar, ben de anahtarlarını alıp çıkıp bulaşık süngeri aldım, teşekkür olsun diye bulaşıkları yıkadım. Hem gürültü yapmış oldum böylece ama nafile. Sonunda biri uyanınca diğerlerini de kaldırdık ki o gün gitmeden bir şeyler yapabilelim.
Önce gidip tipik brioche+capuccino İtalya kahvaltısından yaptık, kent meydanı uyurgezer modda tırmanışçılarla doluydu, önceki günkü törende ödül alan Rus ve fazlaca güzel kız gelen geçenle konuşuyordu, kahvaltıcıdaki yerel gazetelerde şenlik güzel geçti haberleri vardı, ortalıkta sadece tırmanışçıların yaşadığı bir kasaba havası vardı.
Mayışık bir kahvaltının ardından ben “güçsüzüm işte, hiç boulder yapmadım ki, zaten tırmanamıyorum” diye bıtbıt ediyorum diye bana uygun buldukları bir bouldera gittik. Negatif değildi, hatta biraz pozitifti, yalnızca tutacak bir şey yoktu. Al işte güç değil teknik işi, boşuna tutamak arama, düzgün bas dediler-basamak varmış gibi-, pozitif yerde bile uğraşmam gerekti, neyse hayatımın ilk ve tek boulderını yaptım o gün. 5a dediler, boulder derecelerini bilmiyorum, sanırım olabilen en kolay şey falan, spor bir rotada olsa geçemezdim ama boulder hamleleri için rahattı herhalde. Dana sadece arkadaşlarını görmeye geldiği için tırmanış ayakkabısı yanında değildi, neyse ki ayaklarımız aynı numaraydı. Dağ manzarasının eteğinde kısacık kayalarda oynadık, tuhaf hissettim, yukarıda yürüyor olsam burada tırmanmaktan iyi miydi bilemedim. dönüşte yol kenarında geleneksel tırmananlara gitti gözüm.
Öğleden sonra hocayla görüşeceğim ve Dana da Brescia’daki annesinin yanına döneceği için erkenden ayrılmamız gerekti. Florin bütün gün kendini paralamacasına tırmanmaya bana dememesine karşın yürümekten nefret ettiği için onu bıraktık, sürekli adını unuttuğum çocukla vedalaşıp yolda otostop çekmek üzere Val Masino’dan aşağı yürümeye başladık. Dana gelirken otostop çekmiş olmamızdan çok hoşlanmıştı, otobüs düşünmedik bile.
Vadi yürüyüşümüz bu sefer biraz uzun sürdü çünkü çok az araç geçiyordu ve geçenler 50 metre ilerideki kayaya gidiyoruz gibi şeyler söylüyorlardı, ki durduklarını görüyorduk da. Seyrek seferleri olan trene geç kalacağız diye endişelenmeye başlamıştık. Buna rağmen Dana geçen bir araba üzerinde şansımızı denememizi istedi, “bu modeli kullanıyorsa kesin sikkafalının biridir” diyerek. Neyse ki araba modellerinden anlamıyorum, ama gereksiz gösterişli arabalar kullanan adamlarla gitmeme fikri aklıma yattı.
İyice geç kalıyorduk ki içinde 4 Faslı çocuk olan bir araba durdu. O kadar sapın arasına –Müslüman ülkelerden gelenlere daha az güvenmek saçma değil, kızlara karşı tavırları niyetleri kötü değilken bile tuhaf, dolayısıyla rahatsız edici olabiliyor- katılmayalım diyecek olduk, ama sonra “amaan” deyip kenara sıkıştık. Zaten sadece gürültücü ve bize tuhaf tuhaf bakan insanlardı, aslında oldukça iyilerdi. Milano’ya gidiyorlarmış ama biletimiz var zaten gibi bir gerekçe uydurup trene bindik, yetişmemiz için biraz hızlı gitmeye uğraşıp bizi yolun biraz dışında istasyona kadar bile bıraktılar.
Tren istasyonundan da ip birliğine girmiş 4-5 yaşlarında bir kız bir erkek çocuk fotoğraflı bir kart alıp okuluma döndüm, koştura koştura leş gibi üst başımla görüşmeme gittim, dersimin ikinci yarısına bile girdim.. Kartı atmak istediğim kişiye adresini bilmediğim için atamadım, bende duruyor hala. Durduk yere mis gibi haftasonu oldu, her şey hazırmış, ben geleyim diye bekliyormuş; yeni insanlar, ev, şarap, kendiliğinden gelişecek şenlik günleri..
[embpicasa id=”5688524193510450081″]