İznik Ultra’ya 2 Ay Kala

İznik Ultra’ya 2 Ay Kala

18 Şubat 2012: E-Posta kutuma konu satırında “Dayanıklı insanlar aranıyor” yazan bir mesajın düşüşü.

İleti dizisi beraber dağlara gitmekten sıcak şarap üstüne toplanmaya çeşitli şeyleri beraber yaptığımız bir arkadaş grubu arasında başlatılmıştı. Kimlerin artık yaşlandığıyla ilgili bel altı vuruşlar ve acı eşiği iddialarına meyilli tayfaya yönelik ufak gazlamaların ardından güzergah fikri geliyordu:

“Projeye gelirsek sahilden  Avcılar-Rumelikavağı oradan Anadolukavağı-Tuzla hattında tuvalet molası hariç hiç durmaksızın yürüyeyeceğiz. Tempomuz hiç önemli değil önemli olan durmamak . Yaklaşık 1.5 – 2 gün dayanabileceğimizi düşünüyorum .”

Bu plan “Bir ara öyle şeyler olsun evet” noktasında kaldı. Hani yürümek güzel de, İstanbul trafiğinde yol kenarında egzoz kokusu ve kaldırımsızlık kombinasyonu, sert zemin malzemesinde ağrıyan tabanlar, güvenlik, birlikte hareket etme gerekliliği, gürültü ve kentin yaygın çirkinliğiyle ‘Hemen gidelim!’ heyecanını veren bir şey olmadı. Eh, kendimizi bir makinenin tepesinde veya bir pistin etrafında gece gündüz yürürken düşünemeyince ve daha hoş yerlerde bu işi planlamak organizasyon açısından uğraştırıcı olunca.. Neyse, sonra daha iyisini bulduk: tüm zorlu teferruatıyla hazır organizasyon, bize kalan kaydolup gitmek.

iznik ultra

patika halleri..

14 Mart 2012: İznik Ultra Maratonu hakkında yazışmaya başlamamız. http://www.iznikultra.com/ adresindeki ‘faaliyet’ ilk defa 14 Nisan 2012’de yapılacaktı. Sadece ultramaraton diyemiyorum, farklı ilgi gruplarına hitap eden 10km, 11 saat sınırıyla 60km(1800m tırmanış) ve 26.5 saat sınırıyla 126km(2200m tırmanış) olmak üzere 3 parkurdan oluşuyordu(bu sene parkurlarda değişiklikler var), bunlar farklı UTMB puanları veriyorlardı. Sadece yarışma diyemiyorum, yalnızca bitirmeyi veya denemeyi isteyen kitleyi çekecek bir tonla sunulmuştu. Parkurların ortak özelliği engebeli ve çoğunlukla toprak zeminde  olmalarıydı, dolayısıyla organize bir patika koşusu faaliyeti denebilirdi, ama koşacağımız ne malum? 🙂

60km olan yarım göl koşusu makul görünüyordu, daha önce birkaç kez çok yorulmadan gün içinde dağlık zeminde 40-50km yürümüştüm: Berner Oberland’da kayboluşumdan başla, Rupal Vadisi ve Garwhal Himal’da 4000m irtifaya kadar çeşitli yerlerde oluyor öyle şeyler yani. 126km ise pek gerçekçi değildi, hele de uykum tatlı gece ne yaparım hiç belli değil. Yine de denemek için daha uygun ve güvenli bir imkan olamaz diye bu parkura kaydolmaya karar verdim. Hani en olmayacak aday da olabilirim, zira koşmaktan hiç hoşlanmıyorum. Mola vermezsen 26.5 saatte yürüme hızıyla 126km-devam edebilirsen- bitebileceği için ve zaten önceki durakların zaman sınırları daha rahat olduğundan bitirmesem de nereye kadar gidebileceğimi deneyebilmek adına ilk e postadaki ‘düşene kadar yürüme’ fikrine uygun görerek böyle bir denemeye giriştim.

iznik ultra kurbağası

kaçmayan kurbağa üretilmiş

Uykusuz ve yoğun geçen bir haftanın ardından işten geç ve zar zor çıkıp Alper’in arabasına atladım, İlhan’ı da alıp koşturmacada toparlayamadığım eksik malzemelerimi tamamlamalarıyla yola çıktık. İlk dayanıklı insan arama e postasını atan *şahıs dahil olmak üzere diğerlerinin bir kısmı zaten kaydolmamış, kaydolanlar da iş çıktı filan diye gelmemişti ve o gruptan sadece İlhan vardı. Gece Ceren kişinin muhteşem evinde muhteşem kedileriyle kaldıktan sonra sabah İznik’te renkli bir güne uyandık: her tarafta taytlı, rengarenk giyinmiş, gülümseyen insanlar dolaşıyordu. Katılımcı profili, yaş aralığı geniş, aileler ve çocukları sevimli. Oldukça farklı faaliyetler olmakla beraber Anadolu Dağ Maratonu’na katılan birçok kişinin buna da katılacağı tahmin edilebilirdi (Bkz. 2010 orta parkur) ve kendi sınırında bir şeyler denemek isteyen insanlar için rahat bir ortam olacağını tahmin ediyordum. Genel hava buna uygun, canayakın ve neşeliydi. Hani ciddi ciddi antrenman yapan ve koştukları yarışları ağzımız açık okuduğumuz insanlar da haftasonu yürüyüşüne gelenler de eğlenir görünüyordu. Yarış boyunca benim için karşılaşılanlarla güleryüz, yol arkadaşlığı modu sürdü.

Eh faaliyetin üzerinden bayağı zaman geçti, hatırladığım İznik’in tepelerinin baharda çok güzel olduğu. Hele de eğimin çoğu ilk 60km’de olduğu için baştan yorulmamak adına acele etmemeye karar vererek gitmiştim – bu karar gözden geçirilmeli – sallana sallana yürürken şu faaliyet de olmasa gerçek bir bahar günü geçirmeden mevsimin geçeceğini düşündüm. Gece şarja taktığım telefonum temassızlık yüzünden şarj olmamış, eh saat de getirmemiştim, telefonsuz saatsiz ne sevimli –şuursuz- bir yürüyüş oldu adeta anlatamıyorum. Öylece çiçek açmış ağaçların, gelenleri ilgiyle karşılayan köylerin arasından, daha yolum çok diye ağırdan gelerek çoğu zaman tek başıma geçtim. Toprak kokladım, ıslak çimen kokladım, güzel bir köyde gezmeye gelmiş gibi dolaştım, öyle şeyler. ‘Ultramaratondasın yahu’ deseler ‘Ama bahar güzel di mi yaaağ’  derdim. Sallana sallana istasyonlara varıp zaman sınırını aşmadığımı öğrendikçe rahat rahat devam ediyordum. Mutlu mesut geldiğimi gören istasyon görevlilerinden salak salak gülüp durmamla ilgili yorumlar da gelmişti de salak değil, neşeli yarışmacı filan demişlerdi. Bahar yürüyüşünde sık sık sevimli istasyon görevlilerince meyvelerle, içeceklerle beslenmek de bu sene de gitmeyi isteme nedenleri arasına not düşülebilir.

60km’den bir önceki istasyona kadar herhangi bir zorluk hissetmedim. Para almadan buralarda yürüyüp yorulmamıza anlam veremeyen amcalarla şakalaşarak, salyangozları izleyerek rahat rahat yürüdüm. Çıkışlar düşündüğümden rahat, inişler zordu- binen yük rahatsız ediciydi ve diğerleri koşarken ben dikkatlice yürümek istiyordum. Beni inişlerde geçen bir grupla çıkışlarda karşılaşıp duruyorduk. Sonra çok şiddetli bir fırtına koptu: dolu taneleri canımı yakıyordu ve 60km istasyonuna inişimde su toplama çizgisini izleyen parkurda bir bakıma beden raftingi gibi bir şey yaptım. Akıntıya karşı koymak için ayrıca enerji sarf etmekten bahsediyorum. Havayla hırpalanmanın yanında yorgunluk da baş göstermeye başlamıştı, ama iyi hissediyordum. 60km istasyonunda beni bekleyen Alper’le karşılaşmak da moralimi iyice yükseltmişti, burada koşayım diye kendini sakatlamış olması onun sorunu, ben görüştüğümüz için iyi hissettim yani. Biraz onunla durduktan ve İlhan’ın devam ettiğini, hava nedeniyle İstanbul’da maçların filan iptal olduğunu öğrendikten, gerekirse diye şarjı olan telefonunu aldıktan sonra benim gibi sona kalan başka bir yarışmacıdan az önce yola çıktım, işler buradan sonra karmaşıklaştı.

iznik ultra dere

60km’den sonraki ilk istasyona dere geçişi (katılımcı bey gölün etrafından değil içinden geçseydik oldu olacak gibi bir şeyler diyordu)

Zaten düz diye rahat olmasını umduğum 60km sonrası rota, yer yer gölün kıyısından değil de içinden geçiyormuş. Gerçekten, yer yer işaretlere bakıp başka bir patika aradığım çok oldu, ama sanırım göl yükselmiş ve kıyıdan kumsaldan giden kısımları basmış. Rotadan çıkıp asfalt kenarından gitsem yolu kısaltmayacağı için sorun olmaz herhalde ama orası da tatsız diye diye debelendim. Bir yandan da işlerin karmaşıklaşması hoşuma gitmedi diyemem, çocuk gibi çamurda oynama bahanesi olmuştu. Çamur güreşi fantezileri sahibi bir hatun arkadaşa fotoğrafları yollama düşüncesiyle sırıtıyordum. Ah gölün içinden geçmeyen kısımlarda da rota kendi gölcüklerini oluşturmuştu. Kurbağalar da bir aptal mıydı neydi, üzerlerine basmamak için ben dikkat ediyordum, her yerdelerdi ve kaçacakmış gibi durmuyorlardı. Zeytinliklerin içinde ayağıma yapışan balçığın ağırlığını sürükleyerek karanlıkta yürüyerek, kaçacak yer olmadığı için su birikintilerinin içinden geçerek ilk istasyona vardım: bunun için de çılgın bir dere geçişi gerekiyordu, su yükselmiş ve debisi iyice artmıştı, dengemi kaybedip düşmemek için cambazlık yaparak ve ardımdan gelen yarışmacıyı da aynısını yaparken izleyerek bu istasyonu geçtim. Daha mantıklı tempolarla giden yarışmacılar o sırada oldukça ileride oldukları ve bu havada çileli olan zeytinlik etaplarının önemli bir kısmını geçtikleri için dayanma sebepleri vardı, benimse bütün gece bu koşullar altında geçerse parkuru zaman sınırı içinde bitirme ihtimalim yoktu. Yine de hala aklı başında bir insanın yapması gerekeceği gibi yarışı bırakmak aklımda yoktu, sanırım bu ihtimali aklımdan çıkarmışım.

Buradan sonra sefilliğe bir de benim için endişelenip peşime destek yollayan jandarma eklendi: güvende ve sağlıklı olduğumdan emin olmak istemeleri inanılmaz düşünceli olmakla beraber ben çamurda oynamak istedim diye bunu seçmemiş insanların, gecenin bir yarısı, beklemedikleri bir taleple peşimden sürüklenmeleri hoş değildi. Parkurun arazi araçlarıyla giremedikleri kısımlarında gelen emir üzerine yanımda yürümek zorunda kalıyorlardı ve yağış devam ediyordu. Sonunda bir iki telefon görüşmesiyle çekilmeye karar verdim, sonraki istasyon görevlileri de fırtınada sondan gelenleri bekliyorlardı. Yakınlardaki diğer yarışmacıyla yolumuzda, sanırım başlangıçtan 75km kadar sonra, göl kenarındaki bir tesiste bekledik ve araçla alınıp İznik’e bırakıldık. Yürürken kötü hissetmiyorken durup soğuyunca hissettiğim ağrılar ve ayak derimin hali de biraz daha devam etsem sonraki günlerin bayağı acılı geçeceğinin göstergesiydi- ki 90 küsür km sonra çekilen İlhan’ın sonraki gün boyu süren paytak yürüyüşünde bunu gözlemleme şansım oldu! Ara ara zeytinliklerle ilgili hislerimizi yad ediyoruz, tip 2 eğlencemiz oldu.

Bizi İznik’e bırakırken Müşküle’deki ceviz ağacının yerinden bahsettiler, o sırada çok dikkatimi çekmedi. Müşküle’yi sonra Ceren’in babasından dinledim, merak eden araştırsınlık güzel bir yer imiş.

iznik ultra sonrası

başta su geçirmez ayakkabılarımı parçalamamış olmayı dilemiştim, sonra fikrim ‘dize kadar suya girince ayaklarımın kuru kalması mümkün değildi zaten’e döndü

Bu seneki kayıtlar ay sonunda bitiyor, faaliyet de 20 Nisan’da başlayacak. Ben hala koşmaktan hoşlanmıyorum. Üstelik ultra rotası 130km’ye çıkarılıp zaman sınırı 25’e düşürülmüş: tüm rakam içindeki ufak değişiklik yürüyerek bitirmeyi hedefleyenler için kritik, hani koşacaklar için daha uygun olsun diye yapılmış da olabilir. Gece sondan gelen ve bu tür yarış disiplini olmayanlar organizasyon için de daha sıkıntılı olabilir. Bir yandan hala şu ‘düşene kadar yürüme’ olayını denemek istiyorum. 130 km sorun yaşanmayacak kadar iyi işaretlenmiş ve keyifli parkur, çoğunlukla toprak zemin, bir takım taytlı insanların yürüyeceği/koşacağı haberini almış yerel halk, yolda hazır ikmal noktaları, güzel ortam.. Geçen sene son anda gelmeyenler bu sene geleceklerini iddia ediyorlar, hep beraber fena olmayabilir. Geçen seneden sonra bazı şeyleri daha iyi yapabilirim sanki. Bu sene hava o kadar kötü olmayabilir, ne yalan söyleyeyim olursa da eğlenmem diyemiyorum. Parkur sayısı 4’e çıkmış, 75km’lik Orhangazi Ultra da var ama bu ilk e postadaki gece-gündüz durmama sınırı içinde değil. Gitsem mi hangisine gitsem derken.. Bakalım, kayıtta gerekiyor diye dağcılık lisansımı vize ettirdim(hazırlık anlayışım bu!), karar vermek için son günler.

 

“You better run / You better run / To the city of refuge!” – Nick Cave and the Bad Seeds 😛 (Biraz bağlam dışı ama iyi tempocu)

Buyrun ilk İznik Ultra’dan fotoğraflar, eh gidersem bu senekileri de eklemek gerekir: