Mardin
Daha önce İngilizce karakterle Mardin şöyle geçti diye bir yazıvermiştim, bilgisayarımda denk geldim, koyayım dedim şöyle.. Düzeltmedim açıkçası. 2008’den bunlar.
Mardin Dara’da bir kazida bir haftaligina calismayi firsat bilip donus biletimi isin bitiminden bir kac gun sonraya Batman’dan aldirarak kisa bir tur planladim. Zaten tek basimayken kucuk yerlerde uzun sure kalmak zor oluyor, bir yerin onunden bir kere gectiginde bakip, ikinci gecisinde nerden gelir nereye gidersin diye hesap soruyorlar. Bir gun Mardin, bir gun Midyat, bir gun Hasankeyf’te, sonra Batman’dan donus.. mis.
Koyde gecen bir haftanin sonunda ayrilasim yok aslinda, onumde sabah 6’da acik hava doseklerimizden kalkip sabahlari civciv kovaladigimiz gunler kadar keyifli bir gezi olmasa kaziyi birakamazdim herhalde. Yaninda kaldigimiz aileyle vedalasip cikiyoruz, calisma grubu havaalanina giderken beni Kiziltepe’ye birakiyorlar. Sahane, sabah daha saat erken, buralarda dolasabilirim. Bir kiliseye girmeye kalktim dokuk haldeydi ve kapaliydi. Kiziltepe Mardin yeni sehir gibi, doku yeni, asil sehre gore daha buyuk ve daha kalabalik hatta. Orada konustuklarim bana buralarda toprak agalari oturuyor, Mardin merkezden zengindir demisti. Sirada bal rengi Mardin varken daha da kalmiyorum burada.
Minibusle dumduz Mezopotamya’da ilerliyoruz. Ovanin icinden yukselen dik yamacli, yassi zirveli tepeleriyle ozgun bir topografya, saskin saskin bakiniyorum, Mardin’in uzerinde oldugu tepeyi bekliyorum. İste, altinda beton yeni sehriyle, tasin ve topragin ustunde tas ve topraktan yukselen, topografyaya islenmis gibi sari yapi siralari.
Dara’ya gitmeden once carsida biraz dolasmistik zaten, az bucuk etrafi biliyorum, yine basliyorum dolasmaya. Sehrin icinden araclarin kisitli girisine izin verilen tek bir yol geciyor, Midyat araclarini bu yolun sonundaki durakta ogrenecegim. Hemen koye gitmeden aldigimiz o cok lezzetli mavi/gri badem sekerlerinden alip onlari kemire kemire, ara sokaklara gire gire durak hattinda dolasmaya basliyorum. Kiliselere giriyorum, avlulara bakip kaciyorum. Cocuklar hafiften pesimde dolasiyorlar ama Midyat’la kiyaslanamaz bile. Kemerli gecitler var her tarafta, labirent gibi, bir merakla giriyorum bir cogu cikmaz sokaklara aciliyor, arada biri bir yerlere cikinca cok seviniyorum. Cok eglenceli.
Yolda muzeye ugrayip sehir haritasi da aldim ya, keyfim yerinde. Duraga gidip Midyat minibus saatlerini de ogrendim. Guzel, aksama kadar kalabilecegim burada. Hala saat erken, muzeyi gezebilirim mesela, ve ciktigimda oglen yemegi yiyebilir, oglen namazi sonrasi camilere girebilirim. Camilerde namazdan sonra cikmayip siesta niyetine sereserpe uzanan amcalar bulabilirim mesela. O ne yahu? Hos, o sicakta sokaga cikmaktan mantikli tabii.
Amcalar gibi sicakta sokakta oynayacaklarina camide oynayan cocuk guruhlari basima ususebilir, fantastik edebiyatla karisik, propaganda yuklu, detaylandirilma seviyelerine sasip kaldigim tarihi ve mistik hikayeler anlatabilirler. Buyuk bir heyecan ve inancla cevreleriyle ilgili nereden geldigi belli olmayan, kolektif hayalleriyle farkli kaynak ve baglamlardan bilgilerin harmanlandigi destansi kurgulari oynayabilir, hepsinin bildigi ve katildigi gosteriler ortaya koyabilirler. Mardin burasi sonucta, degerinin nasil anlasilacagi anlasilamamis, anlasilmasi icin cok uzakta, cok fazla seyin ortasinda bir acik hava muzesi. Hani koklu tarihi o koklerde kalmis, sonra yillarca baska baska seylerle kulturunu yogurmus, dunyada hareket etmek kolaylasip dolasim artinca gelen ilgiyi algilamak ve yorumlamakta zorlanmis bir guzide guneydogu sehrimiz. Bir de orada cocuk olmak var tabii, oraya insanlarin geldigini gorup de anlayamamak, merakli merakli bir seyler arayip buyuklerinin de anlamadigini gormek, bir seyler duyup heyecanlanmak, ziyaretcilerin etrafinda dolasmayi mesgale edinmek. Biraz uyaniklik biraz oyun.
Oyuncu veletleri dinlemek de bir yere kadar, biraz da kafami dinlemek istiyorum ama sicak yahu. Ulu camiin avlusunda anliyorum bu topraklarda bir cami avlusunda bir asma golgesine oturmanin ne oldugunu. İlahi iyilik bir mimari plan tipiymis. İnanc bir vaha imis, hissedilmedigi, vahaya gerek duymayan topraklarda sorgulanir, kurcalanir, huzur verdigi sicaklarda rahatligina teslim olunurmus. Ortadogu ulkelerinin daha tutucu olmasiyla ilgisi var bence bunun. Valla.
Termosumda soguk su var. Ustumde asma yapraklari arasinda bir iki kucuk kus dolasiyor. Neseli neseli otusuyorlar. Onlari izlemeye calisiyorum, yapraklarin arasinda bir belirip bir kayboluyorlar. Burada olmaktan daha guzel bir sey olamaz ki bu ogle saatinde. Bu kadar katlanilmaz bir sicak olmasa burada ve bu kadar mutlu olmazdim ki.
Sehirde dolasmaya devam ediyorum, hamam kubbeleri arasinda atliyorum, carsida bakinip asagi baska baska sokaklara iniyorum. Fotograflarda gorundugu gibi bir yer degil Mardin, her tarafta kablolar teller, ama labirentlerinde dolasmasi, aralik kapilarindan muzur muzur bakip kosarak kacmasi cok eglenceli. Yalniz aklim Mor Mihail’de. Tarihin ilk kiliselerinden biri. Kazida hocama, asistana, oralilara sormusum aman uzaktir aman gidilmez denmisti. Haritadan bakiyorum da, 4 km falan iste Mor Mihail’den ve Kasimiye Medresesinden dolasip sehre geri donmek. Ama iste sehrin biraz disinda kaliyorlar, gidilmez dediler bana, gidilir mi ki?
Bir anne kizla karsilasiyorum. İsrarla Kasimpasa Medresesi dedikleri yere ve Mor Mihail’e bir ‘dag yolu’ oldugunu soyluyorlar. Dik zor yollar ama istersen gidilir diyorlar, sapagi tarif ediyorlar. İssiz dag yollari demelerinden ikircikleniyorum, ‘guvenli midir kiz basima dolasmam?’ diyorum, ‘kimse yoktur ki’ diyorlar, ‘birileri cikarsa kotu olmaz mi?’ endiselerimi ‘oo sen Mardinliden korkma buralidan zarar gelmez’ diye yanitliyorlar. Tum Mardinlilere guvensem bunun burali olmayani da var ya.. Eh, isime gelince cok kolay ikna oluyorum, hemen yola koyuluyorum.
Neyse zaten dag yolu dedikleri stabilize yol diyebilecegimiz bir seymis. Bir arac girebilir bile. İssiz ama. Bir de etrafinda hic bir sey yok, cok seyrek bir iki yapi haricinde, saat de 14:00-15:00 gibi, gunun en sicagi. Neyse bakalim, sicak dayanimim fena degildir benim. Sogukla pek aram yok da.
Gide gide Mor Mihail’e ulasiyorum ulasmasina da restorasyon nedeniyle kapali diyo bu. Ama olmaz ki, ben o sicakta yurudum. Oflaya puflaya bakiyorum disaridan, yoluma devam etmek uzereyim. Kapida insaat iscileri var, aralarinda Kurtce konusuyorlar, bir sey anlamiyorum ki. Biri Turkce konusuyor, cagiriyor beni. Gel gel gezdirelim sana. Sadece biri Turkce bilen bir grup insaat iscisinden cekiniyorum ya, dayanamayip gidiyorum valla. Odalari acip iceri de cagiriyor da fazla girmeyip kapidan baksam modu cekimserlikler.. Gayet kibar ve resmen yardimsever ama olsun, bir turlayip cikiyorum kiliseden.
Kasimiye medresesi eglenceliymis sulakmis. Onumde ucsuz bucaksiz ovalar. Guzel ya. Bir de geri donebilsem. Yukari cik cik bitmiyor yanlis taraflara sapiyorum, nasil basardiysam. Yol 2ye catallaniyorsa basariyla yanlis tarafa giriyorum ki geri donmem gereksin. Biraz oyalanmali da olsa donuyorum Mardin’e, ayni kiliselere tekrar giriyorum bu sefer daha uzun kalmaya. Bir kilisede Mor Mihail’deki iscilerle tekrar karsilasiyorum.
Tepelere cikip asagilara donuyorum. Sonu gorunmeyen gecitleri kesfetmecelere devam. Her adimda kasif gibi hissettiren bi sehir Mardin. Bir terastan tum Mezopotomya gorunuyor, 2 adim ileride kivrilarak donen yokuslar ve gecitlerde nerede oldugunuza dair hic bir ipucu birakmiyor. Sapsari, dolambacli, eglenceli sokaklar..
Hic oturmamacasina dolastim butun gun yeter. Midyat yolu bekler.
[embpicasa id=”5688620009996383249″]