KYK1 Dara Köyü Kazı Evi
- TOKİ’nin Hasankeyf Başarısı
- Mardin
- Midyat
- KYK1 Dara Köyü Kazı Evi
Milyonlarca insana yer açmaya çalışan bir şehirde yaşıyorum. Yemek odasında yemek yiyor, oturma odasında oturuyorum. Misafir gelirse salonda oturuyoruz. Yatak odamda uyuyorum, ev halkı da kendi odalarında. Kapalı ve boş koridorlarda yürüyorum. Her an kullandığım alanla birlikte kullanmadığım başka odaları sahipleniyor ve kapatıyorum.
Mardin’de Suriye sınırında bir köyde kazıdayım. Köyün altında bir Bizans şehri var, Anastasiopolis. B. Ailesinin bir avlu etrafına dizili kerpiç küplerden oluşan evinde bir küp işgal ediyoruz. Küpte yemek yiyoruz, çizim yapıyoruz, araç gereçlerimizi organize edip toplanıyoruz, sanat tarihçisi seramik ve cam parçalarını sınıflandırıyor, biz taşlara numara veriyoruz -yahu bütün gün taş çiziyoruz!
Köy evi ama tüm aile bir arada olunca yer az oluyor tabii; burada bahsi geçen aile baba, hala ve 2 (eşzamanlı) anneden 19 çocuk.. Gündüz oturma odası, yemek odası olan hacimde yerde otururken sırtımızı dayadığımız minderleri indirip tüm zemini yatak haline getiriyorlar. Farklı mekan kurgusu deyip geçemem, farklı bir sosyal kurgu var. Hani mesela uyumanın özel ve gizli bir yaşamsal eylem olduğu fikrinin komik olabileceği ve bir çocuğun sırf uyusun diye ayrı yatak odasının olmayacağı bir tür kurgu.
Mahremiyet ve aile yapısı algıları kalabalıkla şekillenmiş. Birey olduğun için iddia edebileceğin haklar sınırlı: kendine ait alan, eşya istemek lüks; tüm ailenin seni tanıyıp anlamasını beklemek gerçek dışı. Yaşamını kişiselleştirmek isteyince sahip olduğunu iddia edemeyeceğin ama ait hissettiğin köşelerle ilişki kurabilirsin, bir ağaç altı veya kafan bozulduğunda gittiğin bir duvar arkasını başkalarının erişimini kısıtlamadan özel ilan edebilirsin. Aile içinde bir derece yabancılarla kurduğun seviyede bir ilişki kurmak ve bir şirkette alınan gibi sorumluluk almak zorundasın, bir yandan da aileyi daha küçük ailelerde kurulandan daha düşük yakınlık derecesine rağmen çok sahipleniyorsun. Aile içinde şehirlerde daha geniş çevrelerde kurulan farklı ilişki bağlarını kurabiliyorsun ve bu onu kimliğinin bir parçası olarak aileden öte, büyüdüğün mahalle, memleketin, meslek grubunmuş gibi benimsemene neden oluyor sanırım. Bir yandan da ailenin kapalı yapısı ekleniyor tabii, tüm aile bu avlu etrafına dizili, dış cephesinde pencere olmayan ‘kompleks’te yaşıyor ve dışarıyla ilişkisini olabildiğince kısıtlıyor.
Aile içinde roller de zamanla değişiyor. İlk kız çocuklar büyüyünce küçük kardeşlerine bakmaya başlıyorlar ve bir nevi anne rolu üstleniyorlar, bu arada asıl annenin yükü hafifliyor ve yeni doğan çocuklar ondan fazla ablalarıyla yakınlaşıyorlar. M. burada en büyük kız olarak oldukça fazla iş yüklenmiş, evde olan biten ondan soruluyor. Zarif, şefkatli, pembe beyaz teni ve yeşil gözleriyle çok da güzel bir kız. Beline kadar saçları var, örtünmesine rağmen çok bakıyor saçlarına. Bizim de saçlarımızı örmek istiyor hep, benimkilerin kısa olmasından biraz şikayetçi.
Ondan küçük Ş. de bir miktar iş almaya hazırlanıyor ama M. kadar hamarat değil. Daha başka şeylere meraklı, kendi kendine dil öğreniyor, okulda bir şeyler ayarlamış- başka şehirlerden gelen öğrencilerle tanışma organizasyonu var. Köyde kendinden küçük başı kapalı kızlar olmasına karşın başı açık. Aralarında konuşmalarından anladığım kadarıyla biraz da inatçı ve dikbaşlı bir kız.Burası tuhaf bir köy. Öncelikle nüfus az değil aslında, ama tam bir köy hayatı sürüyor. Fırın bile yok; evin hanımı arada tandır ekmeği yapıyor, günlerce o yeniyor. Sabahları 6:00 gibi tavuk civciv neyim kovalayarak güne başlıyoruz. Akşamları güneşin batması günü bitiriyor. Öğlenler sieastasız yaşanır gibi değil.
Çocuklardan 4’ü beni Facebook’tan eklemiş. Ekleşmeden önce arada cep telefonundan mesajlaşıyorduk, biraz geç cevap verirsem görüp yanıtlamaları köyde telefon çekmediği için onlar bir daha şehre inene kadar haftalar sürüyordu. Halbuki Facebook’tan gayet seri iletişim kurabiliyoruz, hemen her gün onlinelar, işte bunu anlamıyorum ben.
Yemekteyiz, yerde minderlere oturuyoruz, ortaya önümüze geniş bir sini dolusu tavuk geliyor. Gündüz M. ile konuştuk, hocanız vejeteryan olduğu için tavuk yapacağız size dedi- Mardin böyle bir yer, restorana gidip etsiz yemeğiniz var mı derseniz tavuk var diyorlar. Herkes siniden bir parça tavuk kapıp yiyor. Burada sadece evin büyükleri ve biz varız ve herkesin kendi bardağı var, ama gün içinde herkes otururken su içileceği zaman tek bardak çıkarılıp ortada döndürülüyor- 20 küsür kişilik bulaşığı geçtim çocukları kadar bardakları olmayabilir.
Hala(herkes ona Hala diyor, adını bilmiyorum) Türkçe bilmiyor,
merhaba ve nasılsın diyebiliyor, gülümsemesi iyi ev sahipliğine yetiyor. Evinin çatısı bizim kazı evinin terası oluyor, yukarıda fazla dolaşırsak aşağıya kireç yağdığı için dikkat ediyoruz, hatta oturmaya direkt halanın yanına iniyoruz. Evin en serin yerlerinden biri zaten. Bakışarak da keyifle oturabiliyoruz, bol bol çayını içiyoruz, yerlere serilip yatıyoruz. Hala çok sessiz olduğu ve genelde kendi odasında durduğu için değişik geliyor, sürekli koşuşturan ev halkından ayrı tek başına loş bir küp sakini o. Yine çocuklar girip çıkıyor ya, burada tek başına yaşayan bir kadın, ne düşünüyordur bütün gün? Evinin duvarlarında değişik değişik resimler var, neresi buralar? Duvarlarda fotoğrafı asılı insanlar kim? Sadece Suriye’den getirdiği kumaş, giyecek ve şekerlemelerin durduğu arka odayı görebiliyoruz, konuşabilseydik keşke.G. bize yemek yapıyor. Başka bir aileden, yemeği kendi evinden getiriyor. Adı geçsin istedim. Nedenini açıklayabilmek için önünde durmuş olmak lazım sanırım, insanın gözünün içine bakıyor, dik duruyor, sesi gür çıkıyor. Uzun boylu ve güçlü, teni yanık. Hamile ama elinden yükünü alamıyorsunuz. Bizim macera olsun diye kullandığımız ‘boşluklu’ ve sabitlenmemiş merdivenden elinde tencereyle koşa koşa inip çıkıyor, sıkı çalışıyor, dur dinlen diyeni de dinlemiyor. Bir gözü, bir eli hep bebeğinde. Aslen buralıymış ama Antalya’da büyümüş, sonra buradan bir adama sevdalanmış ve kaçmış. Kocası ve çocuklarıyla otururken gördük ki kocası bebeğin adını bilmiyor. Hoş, yanında kaldığımız ailede de baba tüm çocukların adını saymaya çalışıp bir yerde tıkanmıştı, ama onun daha çok çocuğu vardı!
Çok önemli madde: hava sıcak! Mu. ben gittikten sonra da termosumu anlatmaya devam etmiş, kız her yere yanında soğuk su taşıyordu diye. Sinek öldürmeyi spor haline getirdim ve bayağı isabetli vurmaya başladım. Su şişeleri ve sinek katletmek için kullandığımız gazete, terlik vb. çeşitli aparatlar hayatımızın merkezine oturdu. Geceleri ise içerisi katlanılmaz geldi, biraz esmesi dileğiyle avluya döküldük, platformlarda uyuduk.
1999’da, Orta 2’de büyüyünce çizim, arkeoloji ve yıldızlarla ilgili bir şeyler yapmak istediğime karar vermiştim ve bunun için animasyon sanatçısı olmam gerektiğini düşünmüştüm. Okumaya meraklı olduğum bu konularda oluşacak birikimimle fantastik kurgu çizecektim! Ciddiydim, bir yıl Japon Kültür ve Enformasyon Merkezi’nde Japonca kursuna gittim ki sektör devleriyle iletişim kurabileyim. 1999 depremi gecesi elektrikler kesilip karanlıkta yıldızlar çıkınca apartmana geri girip arkasında o ayki yıldız haritası olan Bilim ve Teknik Dergisi ile okumak için o dönem merak saldığım Orta Amerika Moche Uygarlığı ile ilgili çıktılarımı almıştım. Korkutucu ve tüm ülke için trajik bir geceydi, ama bunlarla sabahı etmiştim. 2008 yazında buluntuları çizerek rölöve almak için gittiğim kazıda yıldızların altına döşek serdiklerinde zaten sürekli yeni şeyler hayal ettiğim için unuttuğum o zamanki çabalarımı hatırladım. Ne tuhaf ki bir hedef için çalıştığımı düşünürken aslında istediklerim için oraya ulaşmam gerekmiyormuş, ama bir hedefe yönelik çabalarım yine de istediğim yöne diğer bir yoldan götürmüş beni. Gökyüzüne bakmaktan uyuyasım gelmedi.
Çok dağılmadan, sıcak kuru fotoğraflar 2008 yazından:
[embpicasa id=”5688373364766378033″]