Uludağ’ı Tanıma
Yahu şuracıkta resmen dağ varmış, bana niye haber vermiyorsunuz?
2010-2011 kış tırmanış sezonunun sondan ikinci günü itibariyle kış kampçılığı eğitimine, snowboarda, hatta çocukken ailemle öylesine gezmeye gittiğim Uludağ’a ilk defa tırmanılacak bir dağ diye gittim. Geç değil mi?
Uludağ’ın zirvesine giden klasik rota çoğu düz bir platoda uzun bir yürüyüşten ibaret, monoton ve sıkıcı bir mangal faaliyeti diye biliyordum. Cidden, arkadaş mangal götürmüş, ancak öyle ilginç oluyormuş sanırım. Vefakat, bu faaliyette de bayağı aklımıza kazıdığımız üzere (!), Uludağ volkanik bir dağ olmasına karşın binlerce yılda sıradağ gibi davranmayı öğrenmiş, gep-geniş bir alanmış. Olanaklar çeşit çeşit.
Arada Uludağ’da kulvar tırmanacağız edeceğiz diyenler olurdu da hiç denk gelip de gitmemiştim. Hani ne yapıyorlarmış bu adamlar, ne varmış diye açıp bakmamıştım da. Meğer Keşiştepe’nin dibine (2. Bölge’den, 2 yıldır) telesijeyle çıkıp tek bir yüzde şöyle en yatık olanı 45’ eğimli olmak üzere kulvarlardan kulvar, mixlerden mix beğenilebiliyormuş(yani çoğu beni aşıyormuş), ulaşım kolaylıklarıyla günübirlik bile oluyormuş bu işler. Ulu Manitu; öyle Alpler’de, öyle alpin hissediyorum ki.. ah kaybolan yıllarım..
Ulaşımını yaklaşımını çözene kadar Aladağlar’a giderim dediğim Uludağ’a gidişim de aslında Aladağlar’a gidememe vesilesiyle oldu. Delimanyak bir beyevladımız var, Uğur: hobileri arasında karda iz açmak, soğukta çadır germek ve kayada/bisiklette faça niyetine edindiği yaralarını sergilemek sayılabilir. Mazoşizm düzeyinden de anlaşılacağı üzere üstün tırmanış partnerliği potansiyeli taşıyor. Bu potansiyeli kinetiğe çevirmek için fırsat kolluyorduk, ancak bütün kış bir Emler Batı’ya gidemeyegeldik. Çözümü, her faaliyete niyetlenişimizde olduğu üzere, yurt genelinde havanın berbat olduğu bir haftasonu en-azından-yakın ve bilemedin-Bursa-gezeriz bir dağımız olan Uludağ’a gitmekte bulduk. Şu yüzdeki rotalardan iniş için kullanılan yatık sırtlar ve kapı harici en kolayı, Diagonal’le başlayalım dedik. Raporlara bakınca yok 70’, yok ip açılıyor gibiydi, arkadaş sözüne güvenip 45-50’ bulacağımız fikri ve iniş malzemesiyle planladık, doğru yaptık.
Cuma akşamı değil de Cumartesi sabahı çıktık. Yakın dağ ya. Bursa Otogarı’nda “Tarihi şeyler Ulu Cami falan nerede?” diye sorup 38 numaralı otobüsle, şansımıza Uludağ minibüslerinin de kalkış yeri olan Heykel durağına gittik. Çarşı cami gezmesi, unuttuğumuz kar plakalarının mucizevi şekilde bulduğumuz tuhafiyeciden kavanoz kapaklarıyla telafi edilmesi derken günü Bursa’da geçirip yaylana yaylana akşamüzeri Uludağ minibüsüne yerleştik. Ne rahatlık aman, 7:30 Çamardı aracına yetişecek miyiz acabalar yok öyle.. Dağa yaklaşımda traktör yok, hani römork keyfi ve Salim Abi sohbeti de yok ama faaliyet maliyeti de çok daha düşük..
Minibüsün bizi 2. Bölge’de Otel Baia’ya kadar bırakmasıyla da hani telesiyej kullansak kampa neredeyse yürümeyeceğimiz bir noktadan başladık faaliyete. Gittiğimizde telesiyej kapanmak üzereydi ve biz zaten yürümeye niyetliydik. Otelin önündeki, Erzurumlu ve dağcılık eğitmeni olduğunu söyleyen abinin jestiyle otelin revirinde üstümüzü değiştirme fırsatı bulduk ve kamp yolunu bilen Uğur’un yönlendirmesiyle telesiyejin solundan solundan yürümeye başladık. Bu arada ortaya çıktı ki Uğur yol boyunca “İzleri ben açayım olur mu?” derken ciddiymiş, seviyormuş adam, bünyeyi yormak istiyormuş. Birkaç öne geçme girişimim oldu, sonra amaan onun kondisyonu benden iyi zaten dedim bıraktım. Faaliyetin kalanında turist gibi Uğur’u takip edecek ve yorulmadan, kas ağrısız İstanbul’a dönecektim. Ne ala memleket.
Telesiyej kulübesinin rüzgarı kesişinin cazibesine kapılıp zaten kararmakta olan havada daha ilerlemedik. Kulübenin dibinde çadırı kurduktan sonra gererken de ortaya çıktı ki Uğur böyle soğukta, dışarıda yapılacak işlere de bayılırmış. Yemek yapmayı çadır toplamayı falan pek sevmezmiş de, acı yok Rocky denen yerden eksik olmazmış. Eh dedim, madem adam manyak.. İki üç köşeyi gerip eritmek için çöp poşetine doldurduğum karla çadır hanımlığına geçtim. 200gr kavurma ve yarım kilo makarna: 2 kişi için akşam yemeği! Kahvaltıya salamlar, bütün paket keçi peyniri.. nerede adam başı günde 1 üçgen karperden azını hesapladığım için ahlar aldığım Kaldı Buzul kampı.. Uğur görünce yemek konusunda çok iyi anlaşacağımız gibi bir fikre kapıldı, kampa çok yürümeyeceğimiz için malzemeden kısmadığımı, Sulağankeler’den çıkacak olsak bu kadar yemeği üç güne getireceğimi açıklamaya çalıştım. Yük optimizasyonuyla uğraşmaktansa toparlanıp çıkmak ve iyi beslenmek, kısacık yürüyüşte biraz fazla yük taşımaya değiyordu, hani böyle rahat faaliyet de zor bulunurdu.
Rahattık rahat olmasına da, hava rüzgarlı, görüş kapalı, hava durumu ikircikliydi, piknik rahatlığında kamp yapıp dönmek de vardı hani. Henüz dağı görememiştik ve Pazar günü için de hava durumu son baktığımızda Snow Forecast’te sabah açık, öğlen yağışlı görünüyordu, başka yerlerde kapalı. İnsan olduğumuz için o kadar kavurmalı makarnayı bitiremeyip sabah 4’te kalkıp havaya bakmak üzere yattık. Arada tuvalete çıktığımızda havaya söyleniyorduk.
Rüzgarın süren uğultusu ve hala kapalı havada çalan alarm bizi kalkmak için pek motive edemedi. Homurdanarak yerimizde mayışık mayışık yatmaya devam ettik bir süre. Bu arada gün ufaktan doğmaya hazırlanıyordu ve ısı değişiminden kaynaklanan sert hava yavaş yavaş duruluyordu. Sonunda artık kalkalım deyip tuvalete çıktığımda dağ görünüyordu. Heyecanla çadıra döndüm, sırıta sırıta tıkındık-hava yine kapayacak ve döneceğiz diye düşünüyorduk, ama en azından kamptan ayrılmak, gidebildiğimiz kadar gitmek güzel olacaktı. Kemerlerimizi giydik, kramponlarla termosları iniş malzemesiyle 2 çantaya dağıttık, ve işte, yolcu yolunda gerekti!
Sürekli dağa baktığımız, ama hedefsizmiş gibi hissettiğim bir yürüyüş oldu. Rotanın üst kısımlarında bulutlar yığıldıkça dönüş noktamız kafamda alçalıyordu: rotayı yapabiliriz, gireriz ortasından döneriz, altına kadar gider bakar döneriz, şuralarda bir yerlerden dönsek mi.. bele kadar batmamıza karşın yürümeyi sevdiğimiz, biraz yorulmaktan hoşlandığımız, dağa bakmak güzel olduğu ve her adımda sevdiğimiz şeyden biraz daha fazla yapmış olduğumuz için yürüdük, zirve bu koşullarda aklımızda yoktu. Görünmüyordu ve Uludağ’da kaybolmak işten değildi. Volfram’da maden yönleri şaşırttığı için pusula getirmemiştim, zaten bir haritamız da yoktu. Öylece dağa bakarak yürüyorduk. Önce biraz rotanın altına bağlanacağını düşündüğümüz tepeciklerden gittik, sonra saçmaladığımızı anlayıp paşalar gibi çanağa indik. Üst kısımları iyice bulutlarla örtülmüş rotanın altında şöyle rahatça bir yayıldık. Buradan daha da ilerlememeyi düşünüyorduk. Çıkardık rota manzarasına karşı çayımızı içtik, bir dahaki sefere bakışlarıyla. O kadar baktık ki sonunda kendimizi“yahu girelim, görüş kapansa da kendi izimizden izimizden döneriz yaaa” derken bulduk.
Sert kar/buz kulvarı tırmanacağız diye gelip krampon giymemek saçma olurdu ama kar o kadar yumuşaktı ve kulvarda da öyle görünüyordu ki kramponlar ayağımıza kar toplayıp hantallaştırmaktan başka işe yaramayacakları için çantada kaldılar. Bir hevesle “hop!” dye kalkıp yukarı yürümeye başladık. Gerçekten de rotanın çoğunda krampona gerek yoktu da, ortada birkaç metre bir yerde gerekti diye 45’ eğinde kazmalarımızı saplayıp, çantalarla onlara bağlı halde akrobatik hareketler eşliğinde krampon giymemiz gerekti. İlginçti, eğlendik ama yine de rotaya girmeden kramponları hep giymek lazım, daha zor durumda da kalınabilirdi. Rota da raporlarda yazdığı gibi 70-80’ eğimli değil ama, kazmayı saplayıp bakıp kontrol ettiğimiz üzere temiz bir 45-50, yer yer belki 55 derece vardı. Bu eğimlerde tırmanmış birileri üzerindeyken çok daha dik hissedileceğini bilir, çok keyifliydi ve kısa olmasına karşın dağ faaliyeti tadını veriyordu. İp açmaya gerek olmadı, daha önce hiç klasik rotalar haricinde bir yere girmemiş olmasına rağmen Uğur çok rahattı. Konuşa konuşa, en büyük zaman kayıplarımız çanak yerine soldan gitme çabası ve krampon giyme süreci olmak üzere bir baktık, rotanın sonundaki kornişin dibine gelmişiz. Ne dönmesi, rota bitti? Çıksak inişi buluruz herhalde?
Aşağıdan başlayarak korkuyla baktığımız, üzerimize sarkan kornişin solunda rahat geçilecek bir yer vardı şansımıza. Uğur yine de o kadar geçmeden kornişin dar olduğu bir yeri denedi, pes etti ve efendi gibi oradan geçtik. Hava kapalı, yol bilmiyoruz, döneriz derken bir heyecanla zirvenin 5 10 dakikalık yürüyüş mesafesine varmıştık işte. Rota bitmişti ve zirvede duran kutuyu sobelemek kalmıştı. Uğur dağcılığa benden geç başlamıştı ve şehirde deli gibi antrenman yapmasına karşın fazla dağa gidememişti, gittiklerinde de türlü aksilikten fazla ilerleyememişti, burada ilk defa bir rotayı tamamlıyordu. Ne kadar mutlu olduğuna inanamadım, zaten güleçtir, iyice gözleri parladı. Daha güzeli, üzerimizde iyice kötüleşen havaya baktı ve boşver zirveyi dedi; Uludağ’ın asıl zirvesi bile olmayan, yalnızca çıktığımız yüzün ardındaki en yüksek noktayı işaretleyen kutucuğa yürüyüp bir şeylerin fatihi gibi hissetmeye değil, tırmanmaya gelmişti. Tırmanmayı sevdiği için. Sevinci de daha önce yapmadığı türden bir tırmanış gerçekleştirdiğine, kendini daha önce görmediği bir eğimde sınamayaydı. Diyorum ya, iyi partner olur bu çocuktan. Bu noktada da önemli olan kutu sobelemek değil, bozan havada iniş kararını geciktirmemekti. Kararı almakta sorun yaşamadık yani.
İniş için bize sola dönüp kapı denen yerden geçmemiz tarif edilmişti de, sırt boyunca uzanan dev korniş nedeniyle yaklaşmak bile istemedik. Kamptan sağda zirve üzerinden gidebileceğimiz yatık bir sırt görmüştük ama aşağı, otellere doğru iniyordu. Başka bir iniş aramak üzere sola yöneldik. Kapıyı uzaktan bir kestik, kornişi saygıyla selamladık ve usul usul uzağından geçtik. Neme lazım.
Uludağ cehaletimizin bir açıp bir kapayan havayla birleştiği noktada, uzaktan gözüme kestirdiğim bir sırta yöneldik, vefakat olaylar gelişti ve oradan sonra kampı görmeden geçmemiz gereken engebeli çanakta sanırım, yanlış yönlere saptık. Pistten çıkıp kaybolan tüm kayakçılar salak değillermiş, onu anladık. Aklımda arkadaş arasında saçmalığına gülüp eğlenmek için okuduğumuz bir Uludağ’da yönünü şaşıran ekip raporu, çanaklardan sırtlara, sırtlardan yamaçlara uzun bir yürüyüş yaptık. Ne yaptığımızı da anlatamıyorum, yürüdük öyle. İşte orada farkettik ki Uludağ bayağı bayağı büyükmüş. Neyse ki hava bozmaya devam edeceğine iyice açmıştı, ama bu sefer de kampımız artık görünmüyordu. Vay yahu, dağın bu tarafı da varmış, aheyy, şurada da ormanlar neyim varmış diye diye dolandık. Önümüzden koşarak ivedi bir dağ hayvanı neyim geçti.
Yürüyüşümüz Uludağ’ı iyi bilen bir arkadaşı arayıp biz iniş bulamıyoruz demeye kadar vardı. Başta tercih etmediğimiz dağın sağına inen sırtı önerdi. Neyse sonunda döndük dolaştık yine dağın soluna inen sırtta çıktığımız noktanın aşağısında, ama zirvenin göründüğü bir yere geldik. Oradan da sağ tarafa giderken yolda Volfram’a inen sırtı gördük de kampımıza kavuştuk. Küçücük dağ deyip gitmeye değer bulmadığım Uludağ hem tırmanış için beklediğimden iyiymiş, hem de hani, küçümsenecek yanı yokmuş. Tek kişilik dev kadro gibi ama tek dağlık dev sıradağ. Kampa ulaşıp rahatlayınca Uludağ’ın da kıyısını köşesini görmüş olduk iyimserliğiyle dolduk, ama bir harita edinmeliyiz sanırım, nereden bulacaksak..
Kamp da telesiyej çalışmaya başlayınca ayak altında kalmış tabii. Kayakçıların bakışları arasında çadrıımıza girdik, ve dışarıda hakkımızda fikir yürütüşlerni dinledik. Bir ara tulumları var onda yatıyorlar diyen bir ablayı onayladık. İşler ters gittiğinde de gerilmemiş olmanın mutluluğuyla önceki akşamdan kalan kavurmalı makarnayı tüketip toplandık ve yeterince yürüdüğümüze karar verip inişi telesiyejle yaptık. Dönüşte iskender yiyecek zaman bile bulamadan otobüsümüze yetişip Pazar akşamı İstanbul’a döndük. Gece yolculuksuz faaliyet, vay.
Aslında haftasonunu Ultimate Bursa Kombosu yapmak için gezi+kamp+tırmanış+snowboard+iskender yapılabileceği gibi bir fikrimiz vardı. Şaşkalozluk yapılmaması halinde uygulanabilir buluyorum hala. Yine Cumartesi sabah git, gez biraz, akşam kamp yine, sabah tırman ama kaybolma ve inip snowboard kirala, dönmeden de iskender yemeyeni dövüyorlarmış zaten.. Belki bunu da yaparız bir ara. Gerçi 2 hafta sonra ilk faaliyette de yanımızda görmek istediğimiz ama o sefer gelemeyen Alev hanımkızımızın da katılımıyla Kürüz Altoparlak rotasını yaptık, günübirlik gelebildiğim için comboyu uygulamaya almadık. O faaliyeti de yazarım belki bi vakit.. Belki İran’ı, Gürcistan’ı da yazarım.. Belki yazmam ne bileyim..
Diagonal ve Uludağ fotoğrafları, buyrun:
[embpicasa id=”5688375079850159329″]