Trento ve Dağ Filmleri Festivali
Bolzano’daki Firmian Dağ Müzesi’ne gittikten sonra Dolomitlerin dağ köylerinin arasında biraz yürümüştüm ve dönüşü de Trento’dan yapayım demiştim. Yolda, önümde sallandığını gördüğüm şeyde Trento Film Festivali’nde bu hattaki otobüslere abonman kartı olanlara indirim olduğu yazıyordu. Daha önce gitmeyi düşündüğüm bu ünlü festivali takip etmeyi aksatmışım, şansıma başladığından haberim olmadan da 2009 gösterimleri sırasında kısaca da olsa oraya gitmiş bulundum. Hazır İstanbul’daki Dağ Filmleri Festivali olmuşken dağ doğa filmleri festivallerine öncülük etmiş bu Trento’daki festival hakkında bir şeyler yazmış bulunayım bakalım.
Festival Kuzey İtalya’da Dolomit (türü kayaç) kaya kuleleri halinde yükselen dağların batı sınırında, Trento’da yer alıyor. Trento ve Bolzano’nun üzerinde bulunduğu Adige Vadisi bu çevrede güney-kuzey geçişi için coğrafi olarak en elverişli hat. İki tarafı İtalya-Avusturya sınırını çizen dağlarla çevrili vadide uluslararası trenler nehri takip ediyorlar. Zamanında da türlü saldırı için bu geçiş elverişli olunca çevredeki yamaçlar kalelerle dolmuş. Dolomitlerden yaklaşırken kaya kuleler geride kalınca önce daha alçak, ormanlarla örtülü yamaçlar ve stratejik noktalarda onlarca kale, sonra vadinin ünlü üzüm bağlarıyla örtülü geniş yatağı beliriyor. Trentino Alto-Adige bölgesinin başkenti Trento ise endüstri yapılarının arasında kalıyor, çevresinde bir miktar da beton yapılaşma var. Yine de tarihi merkezi küçük ve sevimli, şehrin biraz dışında da olsa bir üniversitesi bulunduğu için hayat canlı, arkaplandaki dağ manzarasıyla etkileyici. Asıl ilgi çekici şeyler şehrin etrafındaki tarihi yapılar ve dağlar, Trento bir üs olarak oldukça iyi konumda. Buradaki üniversite dağlara yakınlığı sebebiyle Erasmus başvurusunda da 2. tercihimdi, Milano olmasa yılı çok farklı geçirecektim herhalde.
Trento’da dağcılık gibi dağ filmleri festivalinin de ortaya çıkışı ve gelişmesi yurdumdan çok farklı. En eski dağ filmleri festivalinin sitesinde tarihi, eski programları, içerikler görünebiliyor-bazı şeylerin online izlenebilmesi için de bir sistem oturtmaya çalışıyorlarmış-, yarışmaya başvurulabiliyor. Benim gittiğim yıl -2009’da- programda görüp “aa Türk” dediğim Sonbahar filmi ödül aldı.
1946’dan itibaren Alpin Kulüp(CAI) bünyesinde bir dağ filmleri komitesi yer alıyor zaten. Kulübün şubeleri kulüp fikirlerini yaymaya yardımcı olacağı fikriyle ödünç alınabilen film arşivleri hazırlıyorlar ve gösterimler, yarışmalar düzenliyorlar. 1952’de İtalyan Alpin Kulüp Ulusal Toplantısı ve Trento Dağ Rehberleri Topluluğunun 80. yıl dönümü aynı anda Trento’da kutlanırken Alpin Kulüp kurul üyesi bir girişimci festivali başlatıyor. Festivale dönemin dağcı-yönetmenleri farklı ülkelerden davet ediliyorlar ve etkinlik konusunda oldukça heyecanlı olan Trento halkı da bağışlar, kutlamalara getirilen yerel yemekler ve coşkuyla destek veriyor. Sonuçta şu an festival arşivinde 2600 kadar film var ve bunlar Alpin Kulüp şubelerinde gösterimleri yapılmak ve kiralanmak üzere lisanslı. Ayrıca Montagnalibri adında, 1956’da 675 kitapla kurulan bir dağ kitapları arşivleri var, bu sergileniyor, yazarlarla tanışma etkinlikleri düzenliyor ve 2008 itibariyle barındırdığı 29 ülkeden 1040 kitap ve 112 dergiyle dünyanın en büyük dağ kitapları arşivi. İtalyan “Akademik” Alpin Kulübü diye bir kuruluş da olduğunu ve festivaldeki söyleşi ve sergilerin de sorumlusunun onlar olduğunu da öğrenmiş bulundum.
Benim gittiğim Pazar günü festivalin izleri daha dağlık bölgeden gelirken görünmeye başlamıştı: köyler arası ve Adige Vadisine bağlanan otobüs ağının duraklarında afişler, otobüste yolda gördüğüm indirim ilanı vardı, dağ köylerindeki –haftasonu kapalı olan!- bilgi ofislerinde broşürler de vardır elbette ama elime geçememişti. Şehre geldiğimde önce biraz şapşal şapşal dolaştım ve rastgele insanlara “Festival varmış, nerede acaba?” diye sordum. Bazılarının festivalden haberlerinin olmaması tuhaftı, hele de sonra kentin önemli meydanlarında festivalle ilgili bilgi yapıları görünce.. diğerleriyse “Hangi etkinliğe gideceksin? Bir sürü yer var” gibi ilginç cevaplar verdiler. Sonunda sora sora bir sinema bulup oradan etkinlik mekanlarıyla ilgili bilgi ve bir harita ele geçirdim. Başlamış olan filmlere yarısında girmek veya akşama kalıp son treni kaçırmak yerine gözüme kestirdiğim bir söyleşiye girmeye ve o zamana kadar da sergileri gezmeye karar verdim.
Önce dağ halkları ve çobanlarla ilgili bir fotoğraf sergisi gezdim, oradan devam edip çoğu Walter Monino’nun(Achille Beltrame de var) dağ illüstrasyonlarından oluşan bir retrospektif sergisine girdim. Kısa bir google araştırmasıyla dağ konusunda uzmanlaşmadığı, çok çeşitli konularda çizdiği görülebilecek bu adam döneminde dağlarda olanların ne kadar heyecanla karşılandığını onlarca manşet çiziminde çok iyi aktarmış. Bu çizimlerin yayınlandığı La Domenica del Corriere bir gazetenin Pazar eki, İtalya’da çok ünlü, ayrı olarak da satılıyor. 10 Fransız öğrenci kızın kayak yaparken büyük ihtimalle bir kornişin kırılması sonucu korku dolu anlar yaşadıkları haberinin köşesinde “moda kadınları çirkinleştirdiğinde” haberinin kutucuğu var. Haberler, ulusal yayında, kim kimi kesmiş biçmiş, hangi politikacı ne kadar para yürütmüş heyecanıyla, tüm kamunun ilgisini çekmek üzere veriliyor. İllüstrasyonlara harcanan emekse inanılmaz. Illüstratör adaşı Monzalı Walter Bonatti’nin Matterhorn –Italyanca Cervino- çıkışının haberi için dağcının kullanabileceği teknikleri hayal etmiş; Edmund Hillary’nin Tenzing Norgay’la oksijen tüplü, uzun tahta kazmalı Everest ilk çıkışı daha resme bakarken heyecanlandırıyor; fotoğraftan metnini tam okuyamadığım “dağcılar kar adamı gördüklerini iddia ediyorlar” haberinde kar adamı başlı başına bu haber için hayal edilip tasarlanmış bir fantastik karakter; dağcı-heykeltraş Flavio Pancheri yaptığı 3.1 metrelik Meryem heykelini dağ rehberi tırmanış arkadaşlarıyla Sassolungo dağının doğu duvarından yukarı taşıdığına göre deli bir sanatçı olmalı. Sadece ilgimi özellikle çeken illüstrasyonların fotoğrafını çektim, onların hepsini de koymayayım buraya.
[embpicasa id=”5688706594359334481″]
Gideceğim söyleşinin mekanını ararken biraz kafam karıştı, çünkü yerin altında, bir kazının içindeydi. Kent meydanının altındaki Roma kalıntılarının arasında dolaşan koridorlar ve odalar yapmışlar, arkeoloji merkezi gibi bir adı vardı. Meydanda cam bir yapı yerini gösteriyor, oradan merdivenle iniliyor. Söyleşi biraz geç başladı, o arada orada çalışan kadınla lafladık, mimarlık okumam ilgisini çekti, elime mekanla ilgili birkaç broşür tutuşturdu. Merdivenler Roma döneminden kalma taşlarmış, peki. Trento tüm İtalyan şehirleri gibi insan ölçeğinde, meydanları ve sokakları tanımlı, kent mobilyası ve kamusal sanatla tanınan, hoş bir şehir, Kuzey İtalya şehirlerinin farklı açıklık oranlarına sahip binaları ve savunma yapıları var, ama anıt yapılar ve şehir bütünü İtalya standartlarıne göre çok iddialı değil. Festival mekanı olan bu tek başına izleyici çekmeyecek yerler hem festivali daha ilginç hale getiriyor hem de kentin potansiyelinin görünürlüğünü artırıyor, güzel yapmışlar.
Sunum İtalyanca’ydı ve tam takip edemedim, daha ziyade ortamı görmeye gitmiştim. Savaşta dağ cephelerinde ölenlerle ilgili bir şeyler anlatıyorlardı, inandıkları için öldüler gibi bir takım replikler ayıkladım aradan. Arkada slaytlarda o dönemden kalma fotoğraflarla yerdeki minderlere yerleşen, çoğu 25-45 yaş aralığında görünen bir kitleyle sunuluyordu, arada gerçekten yaşlı birileri de vardı-anlatılan zamanları hatırlıyor bile olabilirler diye düşündürecek kadar. Filmlerin bitiş saatleriyle küçük salon iyice kalabalıklaştı ve birçok kişi sunumu ayakta izledi. Çıkışta da bir tür kokteyl oldu, haftasonundan kalma pis kıyafetlerim ve sırtımda üzerine mat bağlı çantamla durdum biraz. Sonra çıkıp meydana gittiğimde bir adam yanıma gelip “Seni festivalde gördüm, ne kadar hızlı hareket ediyorsun! Kamptan mı geldin? Bu çanta ne? Çok hareketlisin yahu!” vb diyecekti. Durdum dediğim sincap gibi dolaştım ortalıkta, matımla insanlara çarpa çarpa bir çikolata standına, bir kalıntıların oraya durduk yere telaşlı adımlarla iliştim.
Festivalin 1972’den sonra sonbahardan bahar dönemine alınmış, bu çevrenin etkinlik bakımından ölü sezonuna denk geliyor. Yazın yürüyüşçü ve tırmanışçılarla sağlık turizmi için gelenler, kışın kayakçılar için Trento iyi bir gezi üssü ve hizmet sektörü İtalya için oldukça tipik bir durum olarak maşallah kentin nüfusu kadar turisti kaldıracak kadar gelişmiş. Bahardaysa ne kayak yapacak kar var, ne yürüyüş ve tırmanış için yeterince kuru hava. Kültür turizmi de kentin ana cazibe unsuru değil. Festival zamanı bu çevreyi zaten tanıyan doğa sporlarıyle ilgili kitle kente geliyor, ve bu dünyanın en fazla izleyici çeken dağ filmleri festivali.
Küçük ve kendini doğa sporlarıyla tanımlayan bir şehirde olunca festival tüm kente yayılan bir etkinlik halini alıyor. Festival süresinde kentin ilgi odağı bu, çeşitli önemli konumlarda taşınabilir bilgi noktaları oluşturmuşlar, broşür ve program dağıtılıyor. Festival Trento’nun adını dünyaya duyuruyor, hafife alınacak şey değil.
Türkiye’deki dağ fimleri festivali bu yıl birçok açıdan dünyadaki büyük festivallere benzer bir yola girmiş gibi görünüyor. Öncelikle önceden Doğa Aktiviteleri Grubu üyelerinin gönüllü olarak düzenledikleri -organizasyona dışarıdan katılanlara katılma dediklerini sanmıyorum gerçi- bir etkinlikken bu sene kurulan Dağ Kültürü Derneği ile bir spor kulübünden bağımsız hale gelmiş. Bu, içerik konusu bir yana, organizasyonun ilgililerin kendi aralarında gruplaştıkları spor kulüplerinin bir anlamda üstünde, yönetici konumda değil ama hepsini kapsar ve ilgilendirir durumda olmasını sağlamak açısından önemli. Festivalin arkaplandaki boyutunu genişletecek, kendine özel bir fon için kaynakları artıracak ve bunun yönetilmesini etkin hale getirecek, yıl boyunca ilgili çalışmaları güdümleyecek ve festival kimliğini daha sunulabilir, profesyonel bir görünüme sokacak bir adım. Bu yılki festivalden önceki birkaç ayda kuruluş toplantılarının mailleri geliyordu, hatta tam olarak final dönemimde geldiği için gideyim deyip deyip gidememiştim. Altyazı falan çevirebilirim halbuki, toplantıları kaçırınca bir “ne zaman ilgilensem olur, o zaman daha sonra!” hali çöktü üzerime, ama işe yaramak lazım.
Derneğin bence asıl avantajı festivale ve ilgili arşivlere ait kalıcı bir oluşum olması. Dönemsel bir organizasyon yerine Montagnalibri gibi, CAI arşivleri gibi, yıl boyunca erişilebilecek ve sürekli büyüyecek bir arşivleme söz konusu. Bir doğa kütüphanesi kurmaya karar vermişler ve ilgili kitapların arasında doğayla ilgili tez ve akademik çalışmaları da çağrılarında istemişler. Sürekli bir kuruluşun olması film üretmek isteyenleri heveslendirecek, araştırma yapmalarını kolaylaştıracak ve danışmak için adres gösterecek bir durum. Türkiye’de böyle bir oluşumun bildiğim kadarıyla daha önce herhangi bir boyutta olmaması- Geven, Homer gibi ilgili yayınevleri olsa da sadece dağ-doğa kitapları arşivleyen kulüp dışı bir kitaplık, bir film arşivi, bunlarla ilgili özellikle araştırma yapan bir kuruluş..- artık oluşmuş olan çatının yeni konuları ortaya çıkarabileceğini gösteriyor. Araştırma alanlarını dağlar ve dağ etkinlikleriyle sınırlamamışlar, kültür, gezi, doğa da bu alanlarla ortak paydada durabildiği kadarıyla var. Kapsamlı bir bilgi tabanı oluştuğunda dernek ülkedeki doğa koruma, etkinlikler konusunda otorite boşluğu, oluşumların ilerlemeleri için rehberlik ve bilgi eksikliği gibi konularda da danışılabilecek bir havuz haline gelebilir. Şu anda doğada yapılan işlerle ilgili etkinlik grupları var ama doğrudan onlarla ilgili fikir tabanını ve ortak kabulleri (doğa koruma, belli konularda alınacak tavır gibi) destekleyecek bir araştırma kuruluşu eksik.
Bu ikinci gidişim, diğeri 2007’dekiydi. Bu sefer işi gücü bırakıp filmden filme koştum, altbaşlıklar altında topladıkları birçok konuda film izledim. Sanırım doğrudan dağcılık konusu iki yıl önce izlediğime göre daha az vardı, festival doğa, spor ve keşif eksenine yönelmişti biraz. Bisiklet, kayak ve daha ilginci yerel kültürlerle ilgili bolca film vardı, özellikle kısa film seçkileri festival dışında ulaşılmalarının zorluğu açısından önemliydi. Trento’daki festivalin temaları dağ-toplum-sinema-edebiyat; Türkiye’deki festivalin alt başlıkları dünyadan, keşif ruhu, kayak, bisiklet, ülkemizden, doğa çevre insan olarak listelenmişti. Özellikle ülkemizden bölümü festivalin kimliği açısından kayda değerdi çünkü Türkiye’deki doğada yaşam kültürünün belgelenmesi ve aktarılması başka festivallerde görülemeyecek konuların işlenmesi demekti. Yine de daha fazla tırmanış filmi görmek isteyebilirim sanırım, tabii ellerinde olsa.. Göç filmleri seçkisi –izlerken çok akıcı olmasalar da- önemli bir arşivin başlangıcı olarak görülebilir. Türkiye’deki göçmenlerle ilgili kısa film çeken bir Fransız’ın filmden sonra orada olacağını bilmiyordum, programda yazmıyordu. Atlas yazarlarının da söyleşileri oldu, bunun dışında şehir macerası ve parti etkinlik türlerini çeşitlendirdi.
Festivalin en çok dikkatimi çeken özelliği dağlara bu kadar uzakta yapılması. Kaçınılmaz ve buradan bakınca son derece normal bir durum, dünya festivalleriyle birlikte düşününce Türkiye’deki doğa sporları ortamıyla ilgili çok şey anlatıyor. Trento, Banff, Autrans.. festivaller dağ şehirlerinde yapılıyorlar ve o şehirlerin ana tanıtım unsurları arasındalar. Bunda bu şehirlerin sunabileceği hizmet, mevcut donatılar, kent vizyonu ve festivali sahiplenmeleri, ulaşım olanakları, izleyicinin festival için şehir değiştirecek derecede ilgili olması vb. etkili. Bir de Milano’ya gidince farkettim, ciddi anlamda dağa giden insanların birçoğu dağ yakınlarında yaşıyor, rehberlik gibi geçim kaynakları sağlanabildiği için bu mümkün. İlgili organizasyonların da çoğu dağ çevresinde oldukça aktif. Yerel halkın doğa sporlarına daha ilgili olabileceğini tahmin etmiştim ama etkinlik ve organizasyon merkezi her zaman büyükşehirlerdir diye düşünüyordum açıkçası. Türkiye’de hemen hemen tüm kulüpler İstanbul ve Ankara’da oldukları ve faaliyet yapılmayacaksa sunacak pek bir şeyi olmayan dağ şehirlerine 10 saatten uzun otobüs yolculuklarıyla gidip günler geçirmek cazip olmadığı için festival izleyicisinin yanında. Bu sene Ankara’ya da gitti, ama hani, neredeyse dağları orada yokmuş gibi davranan Niğde’de, neredeyse bir günlük yolda Rize’de, dağlarına çıkış izni bile olmayan Hakkari’de “hadi burayı bir festival şehri yapalım, her köşede bir etkinlik, bir durak olsun, dünya da burayı doğa sporları ve kültürü merkezi bilsin” demek, yerel halkın desteğini almak.. Dağcılık üniversite kulüplerinde gelişen bir tür beyaz yakalı uğraşıyken tırmanışı geçtim, işin kültürüyle ilgili kitle bulmak.. mevcut eğilim değil, buralara açılacak bir ufuk olabilir ancak şu anki durumda, saçma da değil, ama yerel yönetimlerin kentlerine kimlik kazandırmak gibi bir vizyonu, izleyicinin de yanıbaşında değilse festivale gidecek zaman ve ilgisi yok sanırım.
Festival şu anda Niğde’de olsa yılda birkaç kez faaliyet yapmaya gittiğim şehre bunun için gitmem. Belki fotomaraton, kısa film atölyesi vb olsa düşünülebilir. Tabii gidilse Niğde kaç kişiyi taşıyabilir, nasıl konaklama, ne kadar etkinlik alanı sağlayabilir bilemem. Zaten şehirlerimiz bir şenlik havasına bürünebilecek yürünebilir ölçeği çoktan geçtikleri için görünürlükleri, festivale katacakları ruh Trento’dakine pek benzemez herhalde. En azından İstanbul’da etkinlik alanları güzeldi, Aynalıgeçit bilmediğim bir yerdi ve tekrar da gitmek isterim, şehir macerası şehri festivale adamasa da festivalliyi şehre dağıttı, katılanlar çok eğlendiklerini söylüyorlar. Deniz seviyesinde dağ kültürümüz bu da bizim.
Söyleşiden sonra meydanda Fear Factor’un seçmeleri mi ne vardı, konser de düzenlemişler, insanlar doluşmuştu, çevredeki yapıların üzerinde de ışık gösterileri yapılıyordu. Birkaç parıldak Trento fotoğrafı, işte:
[embpicasa id=”5688705209583087777″]
Dağ Filmler Festivali. Kulağa harika geliyor! 🙂
Harika bir yazı olmuş. Trento’yu görmek lazım. Ankara’daki festivale gidelim o zaman beraber 🙂