Güdük ve Meymenetsiz Bir Dağ Olarak Kaletepe

Güdük ve Meymenetsiz Bir Dağ Olarak Kaletepe

-Güdüksün sen! Güdük! Tipsiz!

Üç gündür insan görmemiş olmamın da etkisiyle  (bkz: tek başıma Güzeller Kuzeydoğu faaliyeti) dağlarla konuşmaya başlamıştım, ve muhatabım Kaletepe olmuştu. Bu alçak, gösterişsiz, vasat görünümlü dağa kinim üç yıl öncesine dayanıyordu. (ayrıca bkz: Erciyes’ten de hazzetmem ben) O zaman eteğinden bakmıştım ve benden çok yukarıdaydı, bu seferse kampı bile daha yüksekte olan bir faaliyetten dönerken uzaktan bakınca ne kadar küçük, hele de çevresine göre ne kadar iddiasız olduğunu farketmiş, sinirlenmiştim. Kimsenin olmadığı vadiden aşağı, köye yürürken bağırıyordum: Güdük!

kasım 2007, kaletepe manzaramız!

kasım 2007, kaletepe manzaramız!

Üç yıl önce dağın bu hali onu daha mütevazi ve erişilebilir gösteriyordu, ki onu seçmemizin sebebi de buydu. İkinci dağ faaliyetimdi. Öncekinde çok daha yüksek bir dağa çıkmıştım-1700 metre daha fazla- ancak dağların tırmanış zorluklarını belirlemede yükseklik birçok etkenden küçük bir tanesidir. Dahası, dağlardan ziyade rotalar üzerine konuşulur. Rota; zirvesinde bulunmanın dağın marka değerinden dolayı hırs ve tüketim malzemesi olduğu Everest, Mont Blanc gibi dağlara turlarla giden birçok müşteri için ana konu olmasa da dağlara gitmeyi zevk edinmiş kişiler için ilgi çekici olan asıl şeydir. Kaletepe’nin de zirvesine çıkmak için evden okula yürüdüğüm yoldan daha zor olmayan bir rota bulunsa da kuzey yüzü, ilk defa bir dağa çıkmayı deneyeceğim en kolay seçenek olmayan rotayı barındırıyordu. Bu tarz dik kaya yüzlerine tırmanmaya başlamak için belki en uygun yerdi, uzun değildi, yakındı, dikliğine göre kolaydı. Dağa sinirlendiğime bakmayın, o uygundu da bir tek bende akıl yoktu: kasımda dağa gidilir mi yahu?

Geçiş mevsimi tabir ettiğimiz meret ilk ve son bahar kardeşlerimizi kapsamakta. Türkiye ve bilimum yakın iklim ülkesinde –ancak Atlas Dağları için uygun sezon olabilir- doğanın uyanış/ uyuklayış lirizmi içinde yağmur, bulut, ne kadar tırmanışı sabote edecek hava olayı varsa hepsini tutarsız ve kestirilemez aralıklarla üzerimize saldığı zamanları anlatıyor. Kaletepe Kuzey Duvarı’na tırmanmayı denemeye gittiğimiz o 10 Kasım’da da ilaveten tutarsız hava olaylarıyla tanınan  (Aladağlar) Güney’de tırmanmak bir yana, altı üstü 2000 metrede olan zirveyi çoğu zaman bulutlardan görememiştik, duvarın ancak altına kadar yürümüştük. Sarımemetler’de kampta geçirdiğimiz tek gece fırtına çadırımızı parçalayabilecek şiddete ulaşınca acele toparlanıp görece korunaklı bir mağaraya taşınmamız gerekmişti. Gece boyunca çadırın etrafında esen rüzgarın çıkardığı sesleri koşan yaban hayvanlarının ayak seslerine benzetmiştim, sonraki gün de ilk gün toprak olan alçak yamaçları bir gecede örten karda görünür olan tilki ve tavşan ayak izlerinin eşliğinde duvarın altına tekrar yürümüş, ıslak ve karlı kayaya bakıp boynumuzu büküp dönmüştük. O zaman dağları yeni yeni tanıyorduk ve ekip arkadaşlarımla geçiş mevsiminde, hele de Güney’e gelinmemesi gerektiğine ikna olduğumuzu konuşmuştuk.

Ders almak tarzım olmadığı için olsa gerek, bu sene de 29 Ekim tatilinde Sarımemetler’e benzer tarzda tırmanış gerektiren rotaları hedefleyerek yeni bir ekiple gittik: Sevgilim, bizden daha deneyimli olan Volkan ve ben. Hava durumu her gün için yağış gösteriyordu ve uygun koşullar bulabileceğimizi düşünmek için hiçbir sebebimiz yoktu. (bkz: geçen bahar güzel geçen bir Eznevit Gezmesi yapmıştık, ama orada en azından hava raporları iyimserdi) Ben, o ekipteki daha deneyimli arkadaşımın tüm ip boylarında lider olarak tırmanmasını beklediğim 2007’deki faaliyetimden beridir uygun bir ekiple uygun bir zaman denkleştirememek gibi sebeplerden bir daha hiç bu tür bir çok ip boylu geleneksel kaya rotasını deneyememiştim. Farklı koşullar, kar buz ve ara emniyetsiz tırmanılabilecek kaya etapları içeren rotalara gitmiş gelmiştim ama bu da hep aklımdaydı ve ekip bulunca doğru koşulları bulmasam da koşup gitmiş bulundum.  Bu sefer ben de lider tırmanmayı amaçlıyordum ve seçtiğimiz rotalar daha uzundu, girebilsek.

Sarımemetler’e kadar traktörle gidilebilince öğlen gibi varmış bulunduk. Kaletepe’yse tüm güdüklüğüyle orada duruyordu. Yağmur o ara yağmıyordu, etraf kuru gibiydi. Bütün gün boş mu duracaktık? Kaletepe’nin bir de kuzeybatı sırtı vardı, 2 ip boyu yalnızca. İlkine kitap V derece vermiş, ikincisine yalnızca II-III. Oturup pineklemek yerine bir koşu çıkıp gelmek, 3 kişi ne kadar hantalız acaba diye bakmak mümkündü. Gittik altına, saat 15:00’dan sonra rotaya girdik. Girişte zaten geniş bir düzlükten emniyet alınıyor, ikinci istasyonun da hemen ardında kocaman bir düzlük var, hatta ikinci ip  boyuna girmek için bu otlu seti yürüyerek geçip yeni bir istasyon kurduk. Yaptık bitti, Volkan lider tırmandı. Kaletepe’nin rota tabanından pek de daha manzaralı olmayan, etrafındaki dev “gerçek” dağların arasında kalmış zirvesinde, zirveyi işaretleyip “burası etrafından biraz daha yüksekçe” demek için konmuş babanın yanından koşarak geçtik, ileride bir bulut yağmurla beraber üzerimize ilerliyordu. Kim böyle minik bir tepeciğin üstünde zirve defteri doldurur ki? Sanırım yoktu da zaten. O kadarcık yeri çıkana kadar ne yaşanırdı ki? Küçük, saçma, zamanında o kadar istediğim Kaletepe. Dağın arkasından basit kısa bir yürüyüşle inişte yağmur çiseledi ama sorun olmadı. Biz kamptaykense yağmur arttı, hatta gece doluya döndü.

koşarak iniş

Adi geçiş mevsimi benim Kaletepe’yle hikayemin bitmemesini istiyordu. Gece kaya ıslanmıştı ve Ortaburun’da da, Cıngıllıbeşik’te de, aklımızdaki rotalar sabah güneşi almıyordu, öyle hemen kurumazlardı. Sabahsa inadına pırıl pırıldı, öyle ki kahvaltıyı çadırdan dışarıda yaparken güneşte apaçık karşımızda duran zirveleri izliyorduk. Nasıl olsa bir şey yapamayacağız diye kahvaltıyı uzattıkça uzattık, neden sonra, bir fikir ortaya çıktı: Kaletepe Kuzey Duvarı’na gidelim. 3 ip boyu, bu kadar saatte kurumuştur da. Başka bir yer yetişmez, ama o hem yakın, hem de GÜDÜK.

Saat 13:00 gibi 4. kez Kaletepe’nin kuzey yüzünün altındaydım. Bir ay önce iki kere Büyük Mangırcı’nın duvarını izlemek için güney yamaçlarına çıkışım da sayılırsa, etrafında 6 seferle güdük bir dağ için fazlaca zaman geçirmiştim bile. Bu sefer en azından artık kendim de lider tırmanmayı düşündüğüm için faaliyet daha ilgi çekiciydi, ama tırmanışım düşündüğüm gibi değildi.

Hevesle hemen ilk ip boyuna lider girmek istedim. Sevgilim de ikincisinde lider giderdi, üçüncü yine Volkan’ın olsundu. Rota dağın üzerindeki büyük setlerden yana geçe geçe yüzü çapraz bölen, karşıdan göründüğünden daha yatık bir hattı. Oldukça pozitif eğimli bir yerden başlayıp biraz yükseldim, ve hemen şikayet etmeye başladım. Aşağıdan inceleyip karar verdiğimiz gibi oradan azıcık yana doğru çapraz yükselmem gerekiyordu, ama yana geçmeye çok korkuyordum. Basit bir iki adım da olsa spor tırmanış sıklığında ara emniyet atmadan rahat edemiyordum, yana geçeceksem her tarafı döşemeliydim. Zaten oraya kadar iple tırmanmaya gelmiş olmasak emniyetsiz geçeceğim yerlerde belimde ip var psikolojisiyle bir ağaç köküne ve bir kum saatine ara emniyet olarak birer perlon atmıştım bile: ip sürekli düşüşü hatırlatıyordu.  Ayağımı hafifçe uzatıp, yok canım deyip, geri çekip duruyordum. Burada da bakındım, sağlam görünmeyen bir yere yine de takoz yerleştirmeyi denedim, ve bir kaya parçası koptu. Gerçekten de sağlam değilmiş, takoz yerleşirken bile dağılabiliyormuş.

Aşağıdakiler hem böylesi kolay bir yerde oyalanmama söyleniyor, hem de çok sık emniyet attığım için üzerimdeki malzemenin yetmeyeceğini söylüyorlardı. Direkt üzerimdeki alternatif olarak yapılabilir görünen hattın hafif göbek yaptığını, yana da geçmek istemediğimi, çeşitli şımarık mızmızlanma ifadeleriyle ilettim. Arada daha ara emniyet bulamazken ilk “Burada istasyon kurayım siz devam edin” kaprisimi de yapmış olabilirim. Bıkkınlıkları öyle bir dereceye geldi ki Volkan emniyetsiz tırmanarak yanıma geldi, yolda da ağaç kökünde bıraktığım perlonu alıp getirdi: “Bu kadar perlon bırakırsan gerektiğinde üzerinde kalmayacak”. Yanıma gelip aynen emniyetsiz geri inmesiyle bu malzeme teslimi bir dağda yaşadığım en komik rezilliklerden olabilir.

Yana geçmekten bu kadar korktuğum için sonunda dümdüz yukarı tırmanarak ilk çapraz etabı es geçmek durumunda kaldım. Rotanın genel olarak III-IV derece –spor tırmanışta tırmanıştan sayılmayacak zorluklar- olması gerekiyordu, ancak Volkan geçtiğim etabı biraz daha zor –dolayısıyla yanlış hat-, belki V civarı buldu. Benceyse herşey yan geçmekten kolaydı. Üzerimde sallanan, elime ayapıma dolanan malzemelere saydıra saydıra çıktığım yukarıdaysa beni daha beter, daha uzun bir geçiş bekliyordu-bu rotada böyle bir tanım kullanan ilk kişi olabilirim, geçiş dediğim aslında set üstü yürüyüş. Artık setin üzerindeydim, ip içinden tırmandığım çatlak ve bıraktığım onca emniyette, zaten yatık, setli, topraklı ve bitkili olan rotada iyice takılmış ve gelmez olmuştu, ve birkaç metre yana devam edip istasyon kurmam gerekiyordu. Burada şımarıklığım iyice tavan yaptı ve söylenmelerim “Tırmanıştan nefret ediyorum” noktasını buldu. Aşağıdakiler artık geç kalmaktan endişelenmeye başlamışlardı, hem de söylediklerimin giderek artan saçmalık derecesine gülmeden yapamıyorlardı. Burada bırakılmış bir perlon buldum ona girdim, tamam ama kendim de bir şey bırakayım dedim, etrafta ardında kum saati olabilirmiş gibi görünen bir yığın delikle uğraştım. Aynı noktada kalışım uzadıkça uzadı, sonunda resmen tırmanış isteğinden falan değil, söven partner motivasyonuyla devam edip yana geçmek zorunda kaldım. Aslında çok kolay, ellere yüklenmeyi gerektirmeyen bir set üzerinde yürüyüş geçişiydi ama bana herşey zordu, eğimli slab kayaya basıyordum, düşersem ipte sallanarak ilerideki kayalara çarpacaktım ve en önemlisi, ip o kadar sıkışmıştı ki değil devam edip benimle gelmesini beklemek, elimle çekmekte bile zorlanıyordum.  Sol elimde birkaç metre ip toplayıp kendi kendime ip vererek devam etmek gibi düşsem ipin esnemesiyle de beraber beni bir sete indirecek, emniyeti anlamsız kılan saçma sapan bir iş yaptım. Aradan üç yıl geçti diye hiç de öyle lider neyim gidemiyormuşum, yılla değilmiş bu işler!

Rotada bırakılmış sağlam görünen bir sikkenin yanına iki friendle ilk istasyonu kurup ekip arkadaşlarımı yanıma almamla ilk ip boyu toplam bir buçuk saati bulmuştu, üstelik ipin tümünü bile kullanmamıştım. Bu ip boyu için bir yavaşlık rekoru kırmış olabilirim. Sevgilim de benim mızmızlandığım yerlerden geçerken sıradaki ip boyuna lider girmekten vazgeçmişti, ve böylece malzemeler yine Volkan’a yüklendi. Sevgilim havanın bozacağını, ileride yağmaya başladığını ve inmemiz gerektiğini söylese de fikri pek ilgimi çekmedi.

Volkan ikinci ip boyunu sorunsuzca, yan geçişlerde kapris yapmadan tamamladı ve üç sikkeden istasyon alarak bizi de yanına aldı. Üçüncü ip boyunu da Volkan aldı. Üzerimizdeki hatta baktı ve yukarısı negatif sanki dedi, biraz daha yan geçinceyse daha az kırıklı ama daha yatık hatlar vardı. Kırıklı hattan yükselmeyi seçti.  Henüz biraz yükselmişken kararını teyit edecek, önceki tırmanışçılardan kalmış bir ara emniyet noktası gördü. Devam etti, göründüğü gibi negatif bir yere geldi, burada da bir sikke ve bir takoz bırakılmıştı. Doğru hat olmalıydı ama el için ancak açık tutuş bulabiliyordu, rahat bir ayak da yoktu ve yüzey negatif eğimliydi. III-IV derece böyle olamazdı herhalde? Bu arada sevgilim ve ben izlerken yandaki hatların daha uygun göründüğünü konuşuyorduk, ama o kadar malzeme bırakıldığına göre rota buradan gidiyordu.. Sonuç olarak Volkan hayatında ilk defa malzemeye düştü. “iyi misin?” sorumuza “hayır!” cevabını verişi de yağmurun üzerimize ulaşmasının başlangıcına denk geliyordu.

Güdük Kaletepe’nin üç ip boycuk rotasının son ip boyunun ortasında yanlış hatta girmiş, yağmura yakalanmış ve devam etmekten vazgeçmiştik. Neyse ki Volkan’ın iyi olmaması yalnızca düşüşüne sinirindendi, rahatlıkla yanımıza inebiliyordu.  İnişi iki ip boyunda tamamlayacaktık, tırmandığımız rota çapraz bir hat izlediği için yükseldiğimiz mesafeden daha fazla ip açmıştık. Volkan girdiği hatta bırakılmış sikkeden inişe geçti ve aşağıdaki bir sete kadar devam etti, ardından da sevgilim gitti. İstasyonu toplamak bana kaldı, sikkelerin ikisi tamam da, birini bırakmamak benim için gurur meselesi haline geldi. Ufak çapta bir savaş verip ancak inebildim, aşağıda bir sette ıslanmakta olan Volkan ve Cevher bayağı sağlam bir babaya ipi alabilince inmek üzere perlon dolamış bekliyorlardı.

Kaletepe güdük olmasının yanısıra meymenetsiz bir dağ. Her tarafı bir set, bir ağaç, bir toz toprak.. ayakkabılarımızın tabanı çamurdan sürtünme sağlamaz oldu, sesimizi çıkarmadık. Yan geçeyim derken ip gelmedi, çift ip mi kullansaydım ikiz yerine dedim geçtim. Herşey kabulüm de, o yağmurda ipin sıkışması hiç ama hiç hoş olmadı! Çekiyoruz çekiyoruz ip gelmiyor, önümüzde bir ip boyu daha inişle kaldık orada. Milim oynamıyor!

Hazır duran sikkeden inmek yerine ipin takılacağını düşünerek yeni bir iniş istasyonu kurmak gerekebilirdi tabii. Yine de ben dağı suçlamayı tercih ediyorum. Bir ipin takılması için tüm olası sebepler bir yüzde mi toplanır! İpi kurtarmak için yukarı prussikleyip(kayada tırmanmak yerine ip üzerinde kayabilen düğümlerle yükselmek) yeni bir sikke çakmak gerekti, bunu da Volkan üstlendi (neyse ki). Bu noktada kendisine sevgimiz sonsuzdan da başka bir şeydi sanki.

Volkan, bir saat gibi oldukça başarılı bir sürede yukarı kadar prussikleyip yeni bir iniş istasyonuna taşıyarak kurtardığı ipimizle gelirken rotada bırakılmış bir sikke daha buldu ve son iniş istasyonumuz da o oldu. Olacaktı. Geceyi orada geçirmek zorunda kalma ve tulumsuz matsız plansız bivakta ıslak kıyafetlerimizle hipotermiye girme ihtimalimizi düşünmeye başlamış sevgilim ve güdüklüğünden dolayı hala Kaletepe’yi üzerinde kalınabilecek bir yer olarak görme fikrini benimseyememiş ben konuşurken Volkan yanımıza indiğinde herşeyin hallolduğunu düşünmüştük. Halbuki Kaletepe cüsse yoksunluğunu sürekli havlayarak telafi etmeye çalışan küçük köpekler gibiydi: tehlikede değildik, ama rahatsız edici gürültü bitmiyordu. Duvarın altında, iniş yürüyüşüne hazırdık ama ipimiz yine takılmıştı! Üstelik biz inerken hava da kararmıştı. Yapmamız gerekenin ipi kurtarmaya sonra gelmek üzere inmek olduğuna karar verdik.

Karanlıkta kampa vardığımızda yağmur da şiddetleniyordu ve biz “Kaletepe Ekspedisyonu”muzun ne zaman biteceğini konuşuyorduk. İki gündür dağın kuzeyinde dolanıyorduk ve daha da işimiz bitmemişti. Gece boyunca, işimizi daha da zorlaştırmak için olsa gerek, yağış sürdü. Malum, geçiş mevsimi..

Üçüncü günümüzde, bu faaliyette üçüncü, toplamda beşinci kez dağın kuzey yüzünün, yedinci kez Kaletepe kütlesinin altına yürüdüm. Faaliyetin başından sonuna kadar sorumluluk alan ve sorun çıktığında çözmeyi görev bilen Volkan yine prussiklemeyi üstlenmişti. Benim pantalonum ıslanmıştı ve Sarımemetler gibi medeni bir yere yedek getirme gereği duymadığım için bacaklarımda yalnızca pembe içlik taytım, üstünde kat kat giyilmiş polar ve su geçirmez ceketimle hafif yağış altında emniyetini aldım – ip yalnızca eski bir sikkede olduğu için Volkan yalnızca ona güvenerek prussiklemek yerine yükseldikçe ara emniyet atarak kamptaki başka bir ekipten ödünç aldığımız ipin de emniyetinde devam etti.

Aaayyy yazması bile çile oldu. Yapması bitmek bilmedi. İpi kurtardık indik işte. Son gün geçiş mevsimi nispet yaparmış gibi pırıl pırıl güneş açtı, önceki yağışlardaysa kar 2000 metreye kadar inmişti.  Otobüse yetişmek için ancak alçak bir dağda kısa bir faaliyet yapabilirdik. Kampta kalıp frizbi oynadık. Ne yani, YİNE KALETEPE’YE Mİ GİTSEYDİK? (yazıldıysa bozulası!)

Kaletepe şahsi kürkçü dükkanım oldu. Lanet gibi. Dönüp dolaşıp olmadık zamanlarda ona gidiyorum. Kendi kendime bu sefer daha kararlı şekilde söz verdim, bir daha geçiş mevsiminde Güney’e gitmeyeceğim. Gerçi ders almak tarzım değil- bir dahaki geçiş mevsimi sözümü tutmama bahanem ne olur bilmiyorum. Hayırlısı!

[embpicasa id=”5688520082859554753″]