KYK2 Macaristan’da Moğol Gibi!

 Erd sokakları gece bomboş ve karanlık. Etrafta açık bir küçük bar bulabildim. Müstakil evler dizi dizi, bir site değil aslında, her yapı farklı ama bahçe çitlerinin ardında ben:“yabancı”dan uzakta aynı hayatlar sürüyormuş gibi denk bir durgunluk var. Sokakta gördüğüm az insana yol sormaya çalışıyorum, biri bisikletini yanında taşıyan sarhoş bir genç adam, ısrarla gideceğim yeri bulmaya yardım etme isteğini anlatmaya çalışır gibi –ama Macarca- sesler çıkararak beni takip ediyor. O kadar alkol kokan birini peşine takmak huzur vermiyor pek. Beni normal bir Budapeşte gezisinde uğramanın aklımın ucundan geçmeyeceği bu banliyöye getiren bir zincirleme ev gezmesi hikayesi, anlatmazsam çatlarım.

Milano’da yaşadığım eve Couchsurfing’den Singapurlu bir kız gelmişti, çok sevmiştik 10 gün kadar kalmıştı, hani sevilmeyecek gibi de değildi. Benimle yaşıt, Singapur’da lise bittikten sonra çalışmaya başlamış, ama çok uzun mesai saatleri ve monoton hayattan bıkınca cebine koyabildiği kadar para koyup Avrupa yoluna çıkmış. O seyahat uzadıka uzamış, aylar olmuş, 3 ay geçince Schengen dışına çıkması gerektiği için bir süre başka bir yerlere geçme hesabı yapıyordu geldiğinde. İşte o bir gün Paris’te yine couchsurfing sayesinde kaldığı “işgal edilmiş Andorra konsolosluğunda” Amerikalı bir çocukla tanışmış ve Milano’da bu eve gidip bir parti istemelisin demiş. Beraber bir süpermarketten muz çalmışlar, üzerine adlarımızı yazdığı bu muzu bize “Merhaba, ben Jave Loh’un arkadaşıyım ve sizden bir parti istiyorum” diyen Matthew’la yolladı.

Matthew şerefine bir uluslararası parti düzenledik. O bir Alman couchsurferla bir bara gidip 6 Yunan 1 Şilili kız bulmuş (2 adam 7 kız?), bizim bir Güney Afrikalı, bir İzlandalı, bir Polonyalı, bir Alman misafirimiz vardı, eh evde Türk, Hintli ve İtalyan karışık, birilerini daha çağırdık, hani 3 4 gün önce giden Avustralyalı çocuk da olsa tüm makul kıtaları toplamış oluyorduk. Bu partiden sonra Matthew’la Couchsurfing sayesinde gidilebilecek inanılmaz yerlerden konuşmaya başladık ve bana Macaristan’dan bu profili gösterip bir gün bu adamı da ziyaret etmek istediğini söyledi. Tavsiyeyle gelenin tavsiyesiyle zincirin sonraki halkasına ilk fırsatta çıktığım Orta Avrupa turunda Budapeşte merkezindeki yine oldukça eğlenceli diğer hostumun yanından son gece ayrılıp da gittim.

David önceden mesajlaşmamızda ben geldiğimde İskoçya’da olacağını ama evinin gezenlere her zaman açık olduğunu söylemişti. İnternetten bir tabloya hangi tarihte nasıl bir gezi sırasında orada olacağınızı girmeniz gibi bir sistem kurmuş, gittiğimde orada 2 Fransız bisikletlinin de olacağını biliyorum. Bana sadece tarif ettiği yerde anahtarı bulup girmek kalıyor, dolayısıyla gece gitmeyi dert etmiyorum, kafa lambam çok işe yarıyor bu noktada. Hah, bir de not düşmüş, ona dikkat etmem gerekiyor:

 

PS: The black cat is a guest. She is not getting along with the 2 other resident cats. Give her less attention so she becomes less confident and the old cats can regain their status. (They need more attention.) Thanks!

Ev tanımında “evcil hayvanlar” bölümüne kedi ve kaplumbağalarını yazıp eklemiş: onlara ‘sahip’ değilim, birlikte yaşıyoruz.

Bu göçmen Moğolların yaşadığı yurt denen tipte bir çadır, yörük çadırlarına benziyor. Benzemek değil de, bağlamından koparılmış bir örnek daha doğrusu. Ev sahibimin yolladığı adres “görürsün zaten, oradaki tek yurt” diye bitiyor. Her an göçebilirmiş gibi hafif ve temel kazısız bir yapı kondurmuş, hani şehirci olsa yaygın şehirleşmenin (suburban sprawl) beton yapılarla bıraktığı ize (footprint) tavır alıyor diyeceğim.

sokaktan Bahçe girişine ve etrafa Lungta denen (isimlerini de bu gezi sırasında öğrendiğim) Tibet kökenli dua bezlerinden germiş. Sağda solda genellikle uzakdoğudan anı objeler var. Her şey çok karıştırılası, neyse öncelikle incelemem için bir rehber var. Ev/yerleşkede neyin nerede olduğunu, mesela telefonda hat almak için kaçı tuşlamamız gerektiğini yazıp bilgisayarına yüklemiş. Gelenler bundan çıktı alıp üzerine not düşüyorar ki o yokken ev ne durumda bilebilsin ve yeni gelenler değişen bir şey, bozulan bir alet varsa öğrenebilsinler. Önceden bırakılan notları karıştırıyorum, biri evcil hayvanlara “artık bir de siyah kedin var” diye eklemiş. Oradan haber alıp duruma müdahele notu yazdığ aklıma geliyor da komiğime gidiyor.

 Bahçe ve tamirat işleriyle uğraşmayı sevdiği belli. Notlarda zamanınız varsa ve içinizden gelirse çimleri haftada bir biçerseniz sevinirim yazıyor. Bahçenin ortasında odun kestiği bir kütük ve baltası, kenarda kaplumbağaların küçük havuzu, diğer uçta bahçe aletleri deposu duruyor. Burası aynı zamanda dağcılık malzemeleri odası. Kilitli de değil, bakıyorum, buz vidaları ve sikkeleri var; takoz, friend vb. göremiyorum.

 

Utanmasam dağcılık malzemelerinden değil ama kitaplarından bir iki tane yürütürdüm. Mesleği olarak yazarlık yazmış, adını Google’da arattım ama sadece ekspedisyon haberleri gördüm, bir yazısına rastlayamadım. Nasıl yazdığını bilemiyorum ama felsefe ve dağcılık üzerine güzel bir kütüphanesi var. Aklımda olup da elime geçememiş bir kitap buluyorum, Annapurna. Keşke sabahki ilk Viyana otobüsüne bilet almamış olsaydım, başlıyorum ama uyuyakalınca yarım kalıyor tabii. Alıp götürsem mi diye düşünmedim diyemem, bir daha nerede bulacağım Türkçe’ye çevrilmemiş bu kitabı?

Ben kitap karıştırırken Fransızlar geliyor. Kasklarınızı gördüm ama bisikletlerinizi göremedim diyorum, al işte, kaç gündür Doğu Avrupa gevşekliğine güvenip kasklarını kullanmıyorlarmış. Uzun da bir planları var, Fransa’dan başlamışlar, Danube kıyısını takip ederek Romanya’dan Karadenize çıkıp Moskova’ya kadar bisikletle gidecek, Transsibirya Ekspresi’ne binip istedikleri yerde inip bisikletle Pekin’e ve oradan Hindistan’a devam edeceklermiş. Kasksız bu kadar yolu tek parça halinde tamamlamalarını umabilirim sadece. Biri çevre mühendisi, diğeri Şehir Plancısı, yolda yerleşimlerin gelişme ve sürdürülebilirliklerini inceleyeceklerini söyleyerek sponsor bulmuşlar. Biri meslektaş çıkınca pek bir yakın hissettim, proje ve blog adreslerini de aldım arada, paylaşmak boynumun borcu: dynamosolidaire.fr com (Fransızca’sında daha çok bilgi var) ve habitat-solaire-asie.fr .

Kitap kurcalamaya David’in yatağında başlamıştım. Fransızlar gelince yatağı siz alın benim tulumum var dedim. Onların da varmış, yok sen yat, yok ölümü gör, şu bu derken hepimiz yerde yattık. Hani demek istiyorum ki yatak var. Halı da var. Yurt çadırının ortasında bir taşıyıcı dikme ve bacalı bir ateş yeri de var. Zaten profilde ateş etrafında yurt partisi fotoğrafları vardı. Oldukça yeterli bir yer aslında, zaten düşü olan bir küçük yapı da var, David buradayken gelen couchsurferlar normal beton bir yapıda yatıyorlar. Yurt biraz sembolik duruyor, göçebe görünüyor sadece.

Budapeşte merkezindeki hostum da dağcılıkla ilgileniyordu, Türkiye’de Ağrı’ya çıkmış mesela, profilinde Bernina’da babasıyla çekilmiş fotoğrafları vardı. Onunla buraya geleceğimi konuştuğumda David’i şahsen tanımadığını ama duyduğunu, Macar dağcıların onunla dalga geçtiklerini söylemişti. “Adam her yılın birkaç ayını Nepal ve Pakistan’da geçiriyor ama henüz bir şey yapmış değil. Everest’e 3. Denemesi olacak. Bir çok iyi tırmanışçının oralara gidecek paraları yok, bu adamsa hep eli boş dönüyor..” Dağcılığını bilemem ama göçebelik var gerçekten, her yıl birkaç ay farklı bir ülkede..

Ev sahibiyle tanışamayınca ipucu avlamalı, mekan üzerinden yaşayanı tanımaya çalışmalı tuhaf bir gezi oldu bu. Olabildiğince durağan, kapalı, kendi sakinleri dışındakilere sunacak bir şeyi olmayan, konut ve insan olup da kentsel zenginlik veremeyen banliyö ortamında bir enstelasyon gibi duruyor David’in yaşadığı yurt. Dünyanın her tarafından farklı insanları oraya sokuyor ve tekdüze konut sıralarına farklı bir kurgu ekliyor. Tek başına bir konut yapısı için büyükçe bir misyon.

 

Fotoğraf makinemi Prag’da Kafka Müzesi’nde düşürüp kırdığım için bu yazıya sadece cep telefonuyla çektiğim berbat fotoğrafları ekleyebiliyorum, 3 Mayıs 2009’dan.