Sahipsizleştirilen Mahallelerimizden Tarlabaşı
Bugün Tarlabaşı’nda yangın çıktı. Neden ve nasıl olduğunu bilmiyorum, ancak tarihi alanlarda çıkan yangınların rantla ilişkisinin Haydarpaşa’daki yangın nedeniyle göz önünde olduğu bir dönemdeyiz. Zeyrek, Süleymaniye yıllardır geceleri yanıveriyordu zaten. Tarlabaşı da birkaç ay önce yıkımların başlamasıyla gündeme gelip sonra tepkileri soğuyan bir yenileme alanı. Bulunsun diye ilk yıkımlar sırasında bir mail grubuna yazdığım saha izlenimlerini, ondan önce de projeyle ilgili yazdığım birkaç bilgiyi bloga koyayım dedim.
Güncel olması adına söyleyeyim, yıkımlar devam ediyor. Takip ediyorum, arada uğruyorum. Ne yapılmak üzere yıkıldığına da http://www.tarlabasiyenileniyor.com/ adresinden bakılabilir, ki bu aşamada bir Tarlabaşı sakininin söylediğini tekrarlamak isterim: “Benim binam kamulaştırılacaksa park yapılacak. Neden otel olsun diye evimi şirkete satmak zorundayım?”. Tasarlanan projede ilk etapta yıkılmayan yerdeki halktan o kadar korkulmuş ki, bina girişleri bile iç avludan verilmiş. Sokaktan güvenlikli kapılarla girilen kale gibi dev kütlelerimiz, üstüne kat çıkılacak tarihi cephelerimiz hayırlı olsun diyerek, buyurun buradan yakın:
Yangın haberi: http://www.haberturk.com/yasam/haber/599299-taksimde-yangin
————–
Tarlabaşı Tarihi Yıkılıyor, Yenisi Yapılıyor!
Tarlabaşı Bulvarı’nın kuzeyinde tarih kelime oyunlarıyla yok ediliyor. İstiklal Caddesi’nin yanı başından bir bulvarla koparılan ve kaderine terkedilen Tarlabaşı, zamanla köhnediği gerekçesiyle “yenilenmek” üzere yıkılıyor. Yıkım, yetkililerce “söküm” olarak adlandırılırken, yok edilenin benzeri dekorlar inşa etmeye “koruma”, nüfusun sorunlarına çözüm getirilmeden yerinden edilmesine ise “dönüşüm” adı veriliyor.
5366 sayılı “Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun” temel alınarak yenileme alanı ilan edilen Tarlabaşı’nda 210’u tescilli tarihi yapılar olmak üzere 278 yapının yıkılması planlanıyor. Avan proje aşamasında olunmasına karşın yıkımlar üç sokakta başlamış durumda. Koruma kurulu onayı bulunmaması nedeniyle ancak tescilli olmayan yapıların yıkılabilmesiyle uygulama başlamışken evlerini terketmemekte direnen mülk sahiplerine karşı da kamulaştırma süreci sürüyor.
Proje, yenileme alanının kapsadığı 9 adadaki tüm yapıların yıkılmasını gerektiriyor. Halihazırda bir konut alanı olan bölgeye ticaret, turizm ve ofis alanlarının dahil edilmesi için tasarlanan yapılar mevcut yapılardan daha yüksek, bütüncül ada planları içine yerleşiyorlar. Uygulama sonucunda önceden tescilli yapıların bulunduğu yerlerde yeni cephelerin üzerine rölövesi alınan eski cephelerin giydirilmesi, çevre ve üst katlarda ise yeni cephelerin eklenmesi planlanıyor. Kat yüksekliği, kat planı, taban alanı olmasa da, cephe görüntüsünün tescilli bölümlerinin korunacağı öne sürülüyor. Proje alanı bütün olarak ele aldığı içinse mülk sahiplerinin kendi yapılarını kendi imkanlarıyla yeni imar koşullarına göre yenileme seçenekleri yok. Proje sahibi Beyoğlu Belediyesi ve yüklenicisi Gap İnşaat tarafından uzlaşılamayan mülk sahiplerine karşı uygulamanın aksamaması amacıyla 5366 sayılı yasa doğrultusunda kamulaştırma süreci yürürlüğe sokuluyor.
Tarlabaşı’nda ayakta duran ve içinde yaşanan, birlikte karakteristik bir sokak dokusunu oluşturan levanten mimari örneği tarihi sivil yapıların restore edilmek yerine yıkılması uzmanların tepkisini çekiyor. Mimarlar Odası yürütmenin durdurulması için dava açtı. Tarlabaşı Derneği ise semtte yaşayan halka yapılan haksızlıklara dikkat çekerek AİHM’ye başvurdu. Semtte boş ve kullanılamaz durumda olduğu yansıtılan birçok yapı kira ödemeyen kişilerce kullanımda ve ayakta tutulabilir durumdayken yıkılıp yalnızca cephelerinin taklit edilmesinin koruma ilkelerine aykırı olduğu belirtilmekte. Mülk sahipleri yapılarını projeye uyumlu hale getirme şartıyla bile ellerinde tutma seçeneklerinin olmamasından ve mülklerine karşılık, elde edilecek rant ve artacak arsa değerleri düşünülerek, çok daha küçük alanların önerilmesinden şikayetçi. Kiracılar içinse bir destek önerilmiyor.
Gayrimüslim halkın yaşadığı kendine has karakterde merkezi bir konut alanıyken ilk sahiplerinin ayrılışı ve kente göç ile kimliğini yitirmeye başlayan semt, Tarlabaşı Bulvarı’nın açılmasıyla iyice çevresinden yalıtıldı. Günümüzde sahipsizleşmiş bir kentsel alan olarak göçle gelen düşük gelirli nüfusu barındırıyor ve sosyal sorunlara sahne olmakla suçlanıyor. Alanın daha üst gelir gruplarına hitap edecek şekilde soylulaştırılmasının buradan ayrılacak nüfusun sorunlarının ve uzaklaştırılmaya çalışılan yasadışı örüntünün çözümü mü, yoksa bu oluşumun temelini atan hatalı politikalar dizisinin bir devamı mı olacağı ise en önemli soru.
(Proje bilgileri http://www.tarlabasiyenileniyor.com/ )
————-
TARLABAŞI İZLENİMLERİ
Bir iki gün haberlerle, köşe yazılarıyla ortalık yıkıldı. “Tarlabaşı yıkılıyor!” Vay efendim nasıl yıkılır, tarih, bilim, sosyal adalet, insaf! Sonra ortalık birden dinginleşince bir an yıkımlar durmuş da sorun en azından ertelenmiş gibi hissettim. Çekirdeğe de güncel durumu sordum geçen, ki aramızda gündemden de düşmedi, ama medya ilgisi tabii ki yoğunluğunu koruyamadı. Ülke yapboz gibi, bir sökümü birkaç gün haber yapsan diğerine yer kalmıyor.
Ben de bu hafta biraz Tarlabaşı turizmi yaptım. Esnafa, muhtara, kaldırım kenarında çömelen adama gidip “melapa ben mimarlık öğrencisiyim, bi ara bissürü haber oldu sonra geçti, yıkımlar durdu mu acebaa?” diye sordum. 3 sokakta “söküm” var, biri sürmekte (Keresteci Recep, Tavla, Fırıncı Abdi). Daha ilginci kime sorsam “buralar yıkılmadan iflah olmaz zaten, yıksınlar, biz gideriz ne yapalım” diyor. Tarla-başı-boş, Tarla-başı-bozuk, Tarla-başı-mız sağolsun..? Çekirdek için konuştuklarımın bir üstünden geçeyim dedim, sahadan bildiriyorum.
Yerleşik halk bilinçli olsa da olmasa da yapılanın çağdışı ve adaletsiz olduğu gerçeği değişmiyor tabii. Burada söz konusu olan büyük bir sahiplenme yoksunluğu, bu açıdan Sulukule’den çok farklı mesela. Orada bir umutsuzluk, sindirilme vardı ama neticede yerleşimin değeri büyük oranda topluluğun değeriyle ilişkiliydi. Yüzyıllardır süren bir yerleşim vardı, ta Fatih zamanında verilmiş sözler, birikmiş tarihsel ve sosyal bağlar vardı. Yapıların değeri Tarlabaşı’ndaki yapı stoğu ile aynı durumda değildi; ama komşuluk ilişkileri varolmalarını sağlıyordu, mekana ve konumlarına bağlıydılar, düşük bütçelerle geçinebilmeleri mahalle sayesindeydi, kopmak istemiyor ve örgütlenebiliyorlardı bir derece. Aileler vardı, biz apartmanda yaşayamayız diyen vardı, işim gücüm burada TOKİ’de ne yapayım diyen vardı. Mahallelerinin güvenliğine laf edene aşağı mahalleye laf atarak cevap verirlerdi, iyilerdi, kurulu düzenleri vardı. Tarlabaşı’nda adam bana 10 yıl orada yaşamasını başka yere taşınmaya üşenmesiyle açıklıyor, nasıl olacak bu işler?
Ben gündüz vakti gittim, o saatlerde ortalıkta olan kimseyle konuşmak sorun olmadı, susmalarını bekleyip gitmek zaman aldı. Konuştuğum herkes bu “pislik yuvasından” çok şikayetçiydi: gördüğüm burada mülk edinen veya kiralayanlarla “işgalciler” arasında büyük bir gerilim olduğu. Tarlabaşı kaderine terkedilmiş, burada suç işlemeye kalkanlar birbirlerini kırmaları için kendi hallerine bırakılmışlar neredeyse. Tarlabaşı’nda yaşayıp da etliye sütlüye karışmayan kitle yaşadığı yere bu yüzden lanet ediyor. Yerinden edilecek olsa da haksızlığa uğradığını düşünmüyor, bunun gerektiğine ikna olmuş. Çevresini böyle bir çöküntü alanı haline getiren politikalara tepkili, ama karşı harekette değil, sadece kabullenmekte. Ne kaderine terkedilmeye, ne yerinden edilmeye karşı daha iyisini isteyecek gücü yok.
Buralar yıkılacakmış, haberiniz var mı?
Herkesin haberi var. Bir tek muhtar “durdu galiba” dedi, yanındaki kadın devam eden yıkımdan bahsetti. İlk etapta Tavla Sokağın oralardan Talimhane’ye kadarki kısım yıkılacakmış, sonra kalan yerler. Bir hacı amcaya yıkımların onu zor durumda bırakıp bırakmayacağını sordum, parmağıyla yolun karşısını işaret etti:
-Şuradan ötesi yıkılacak
-Sonra sıra bu tarafa da gelecekmiş
-Duydum. Bizim zaten Diyarbakır’da tarlalarımız var. Orada bir “mesele” oldu, bir süre gitmem gerekti. Dönerim yıkılana kadar.
Çalık Holding buradaki evlerin %70’inin boş olduğunu söylüyor, bana insanlar yaşıyormuş gibi göründü, bu evler mi boş şimdi?
Evlerin çoğu vakıflara ait. Ermenilerden kalmış. (gömü varmış, kiracısı sütunun içinde küp bulmuş, buralar satılınca Yahudiler alıp temellerinden altın toplayacakmış hep) Vakıflara ait olan evler kayıtlarda boş görünüyor, ama içleri yıllardır orada yaşayan ailelerle dolu. (şuraya yılda 33tl kira veriyorlar, kapısını penceresini kırıp girip yerleştiler diye pek güzel bir binayı gösterdi). Vakıfların olan yerleri zaten hiç uğraşmadan alıyorlar, sen geç kaldın, buraların çoğu el değiştirdi bile. Satılmadık az yer kalınca kalana dava açıyorlar. Çıkmayan kiracıya zabıtadan 1000 küsür lira ceza geliyor acil tahliye diye.
Evi alınanların gitmesi mi gerekecek, başka yerlerde yerleşebilecekler mi? Kiracılar ne olacak bu durumda?
-Bu evlerin sadece arsa değeri var. Bu binanın ne değeri olacak. Ama arsanın yeri iyi, o para ediyor. Arsa fiyatına alıyorlar.
-Ne arsası, 4 katlı sağlam bina var orada. Hem o paraya başka yerde ev bulabiliyorlar mı?
-Bulunur, Büyükçekmece’de, Pendik’te bulunur. Yakında bulunmaz.
-Buraya da başkaları gelecek yani.
(Biri bu konuda “mesela evi 4 katlı yapıp 2 katını arsa sahibine verecekler, hem de daha büyük daha güzel yapacaklar oh oh” dedi. Başkaları demedi, gerçekçi de değil verdikleri paraların yeni yerden birkaç katın fiyatını karşılayabilmesi.)
-kiracılar ne yapacak?
(Bu konuda farklı cevaplar geliyor. Kimileri kiracılara bir yılda verdikleri kira kadar paranın verileceğini veya bir TOKİ yapısında bir yıl ücretsiz barındırılıp sonra kendi hallerine bırakılacaklarını söylüyor, kimileri zırnık verilmeyeceğini.)
İşleri güçleri komşuları hayatları yakınlarda değil mi, uzakta yaşayabilirler mi ki?
-Arabaya atlasın gitsin işine. Büyükçekmece’de yaşayan nasıl gidiyorsa öyle gitsin. Burayı aldılar, başka binalar yapacaklar buraya.
-Onlarca yıldır burada yaşıyorlarsa kalmaya hakları yok mu sizce?
-Değerli yer bura. Böyle ucuza kalıyorlar, hem de o kalanlar beter ediyorlar burayı. Zaten buradakilerin çoğu bekar. Nereye yollasan yaşar. Gitsin orada iş bulsun.
—
-Camdan bakıyorum, gece iki emniyet aracı geliyor, torbacıdan alışverişlerini yapıp gidiyorlar. Aldıklarını, verdiklerini görüyorum. “Benim memurum işini bilir” dediler, bu hale getirdiler ülkeyi. Buranın emniyeti falan sağlanamaz. Buranın yıkılması lazım. Burada adam öldürdüler, sokağın başında 2 gün durdu, gelip de alamadılar. Her gün torbacıları ihbar ediyorum, kimse gelmiyor. Polis giremez buraya, girmez. Anca yıkarsın, öyle girer.
Bu kadar sorun varken burada yaşamanızın sebebi ne peki?
(Torbacı ihbar eden adamdan başka biri bu) Aslında yaşamamak lazım. Gitmek de bir sürü iş biliyor musun? Benim bu oğlan (elinin altındaki küçük çocuğun kafasını gözünü çekiştiriyor) torbacı olabilir burada. Ben olmasın isterim, ama olmaz diyemem. Belki olacak. Ben İstiklal Caddesinde bir restoranda çalışıyorum (adını vermişti de unuttum), yeri geliyor gece 4’te, 5’te dönüyorum eve. Başka yere dönemem öyle. Oğlan torbacı olmasın istiyorum, ama burada da yerimiz var işte.
Burası tehlikelidir, ama bana değil. Bir de gece gelmeyi dene bakalım, giremezsin buraya. Bana dokunmazlar, burada yaşadığımı görüyorlar, herşeylerini biliyorum. Hah, ama ihbar edersem yanarım işte.
Bir dernek kurulmuş, haklarınızı koruyacakmış.
“Derneği kuranlar akrabalarım, çok şey demeyeyim ama şu kadarını diyeyim. Onların derdi para. Verilen paraları beğenmiyoruz diyorlar. Ha çok para verilse bile burada yaptıklarını başka yerde yapamazlar, gitmek istemiyorlar. Kumarhaneleri, bir yığın evleri, kiracıları, otelleri var burada. Şimdi gitse Mecidiyeköy’e, ne yapacak? Orada kime kumar oynatacak? Bu düzeni orada kuramaz.”
Dernek için beni birkaç yere yönlendirdiler. Karakolun sokağındaymış eskiden, oradan taşınmış, ama oradaki kahvedeki adam gördüğüm tek yıkılmasın(en azından daha fazla para verilsin) diyen Tarlabaşılıydı. Taşındığı yerde, bulvarın üstünde bir işhanının 3. katında da 10 gündür gelen giden yokmuş. Kuranlar …in sahibi ile … Oteldekilermiş, ganyancı “sen geç kaldın, satıldı gitti bile” dedi, otelden AİHM’ne başvurduklarını söylediler.
Yıktıkları binaları baştan aynen yapacaklarını söylüyorlar. Binalara girip ölçülerini aldılar mı? Neyle yapacaklar? Böyle bir yerin yıkılması dünyada başka yerde söz konusu olamaz.
Birkaç yıl önce geldiler, cepheleri, sokakları ölçtüler. İçerilere girmediler. Aşağıya da inmediler. Yıllardır çalışılıyor burada. Yeni geldiniz, kaç yıl önce başladılar. Şirketten, belediyeden geldiler, sokaklarda çıkacağımızı duyurdular. Etrafı ölçtüler, proje yaptılar. Proje yapıldı artık, bitti.
—-
Tarlabaşı’nda adalet istemek güç. Mağdur olacak olan bile “suç bitsin de ben sürülmeye razıyım” diyor. Halbuki ihmalin, tükenmeye terkedilmenin, yenen rüşvetin, kurulan “düzen”lerin sorumlusu oradaki herkes değil. Çevre canlanırken halkın da kazanacağı bir model isteyecek durumları yok, zaten bezdirilmişler. Bu -polis gir(e)mez- duruma gelinmesinde politikacıların payını görüyorlar, ama kendilerinden başkasından hesap sorulmasına ne ihtimal veriyorlar, ne hataların düzeltilmesini talep etme hakları olduğunu düşünüyorlar. Tarlabaşılı şehirde kendine yeni yer aramaya terkedilecek ve yoksulluklarına, işsizliklerine, içinde kaldıkları düzeneklere, çaresizliklerine hiçbir çözüm önerisi getirilmeyecek, dışarıdan gelenlerce rant elde edilirken önceki nüfus hiç kalkınmayacak. Şehir merkezinde değerli konuma yerleşmesi suç ilan edilen Tarlabaşı sorunu da çeperlere dağıtılıp halı altına süpürülecek.
Sosyal doku bir yana, fiziksel uygulama da çağdışı. Yıkıp yeniden yapmak, tarihin olmadığı bir yere lunapark inşa etmekten daha bilimsel değil. Hele de yapıların hala kullanılabilir durumda olduğu bir yerde bu yalnızca iç organizasyonları farklı- dolayısıyla belge niteliği kalkıp cici bir cepheden ibaret hale getirilmiş-, esnetilen yasal koşullarla daha geniş taban alanlarına oturup daha yükseğe yükselen, daha fazla rant sağlayan binalar yapma aracı olabilir. Bir de tabii yangından mal kaçırır gibi uygulama aşamasını olabildiğince hızlı yapmak için araziyi önce bir sıfırlamak gerek. Bu noktada önemli bir bilgi şu an yıkılan yapıların tescilsiz olmaları. Kurul onayı gelmeden yıkıma başlamışlar diye okumuştum, nasıl olsa gelir diye. Peşkeş çekilen çekildi hani, ama yıkılmadan restorasyon için umut var.
Tarlabaşı’ndaki adamaysa “burayı yıkmadan restore etmeleri lazım” dediğinde “yıkmadan giremezler ki” diyor. Ne umutsuzlukmuş be kardeşim! Nasıl dert anlatılır burada, ne yapacağız çekirdek?
[embpicasa id=”5688377606072489969″]