Taverna’da Rock ve Parmesan- ve Daha Çok Bari
Bari’deki Couchsurfing ev sahibim Daniele’nin beni(Elmyra) bile seven kedisi Sophie tarafından uğurlanırken çoğunlukla aktarma noktası olarak görülen bu liman şehrinden fazla şey beklemiyordum; ama henüz cumartesileri kurulan balık pazarında insanların deniz ürünlerini aldıkları gibi çiğ çiğ yediklerini, yanımdan avucunda sıkıştırdığı karidesin kafasını kemiren bir adamın geçeceğini bilmiyordum mesela.
Önceki akşam Daniele’yle tarihi merkezde sevimli bir restoran/barda bir couchsurfing partisinde buluşmuştuk. Sonradan batan Myair’ın Milano’dan kalkıp, devam edecekler kalsın anonsuyla Bari’ye inerek yolcu indirip bindirip İstanbul’a devam eden dolmuş-uçak seferiyle gittiğim İstanbul’dan Milano’ya dönüşte Bari’de inmeli bir Puglia gezisi planlamıştım ve burası asıl görmek istediğim yer olan Lecce’yle aramdaki fazla ilgi çekici olmayan bir duraktı. Üniversite şehri, liman şehri, endüstri şehri.. getirdiğim lokumlar partide sükse yaptıktan, pizzalar yendikten ve mojitolar içildikten sonra bile şehir eğlenceli değildi, iyi bir yemekle keyifli bir akşam geçiremeyeceğiniz bir İtalya şehri olamaz zaten. Neden sonra bu tamlamalara rock şehri eklendi de bu bahar gezisinden sonra bir de yaz ziyareti sıkıcı olmadı.
Bari katmanlaşmasıyla ilginç bir şehir aslında. İtalyan şehirlerinin birkaç yüzyıldır dondurulmuş gibi duran sıcaklığından biraz uzak olduğu için gemiyle gelen turistler tarafından çabucak atlanması olağanlaşmış. Yanlış anlaşılmasın, burada da insanlar ehl-i keyf; burada da Güney İtalya şehirlerinden alışık olduğumuz eşyaları ve dostlarıyla takım halinde oturma odasını sokağa taşıyan aileler, evinin tüm kapılarını pencerelerini açtığı ve misafiri çok olduğu için cafe mi yemek odası mı anlayamayıp yanlışlıkla içeri dalarsanız konuşabileceğiniz teyzeler, her köşe başında öğle arasında %40’ın üzerinde alkol ihtiva eden kokteylleri sindirime yarar diye içebileceğiniz barlar, 80 cente Kuzey İtalya’da kolay kolay bulamayacağınız lezzette pizza margherita dilimleri, yörenin zeytinli foccacia puglieseleri, dokusu bütün olarak korunmuş bir tarihi kent merkezi var. O merkezin meydanındaysa bir Toskana şehrinde olacağı gibi bir rönesans eseri veya bir Lombardia şehrinde olacağı gibi kabarık göğüslü bir asker heykeli değil, eskiden suçluların bağlanıp cezalandırıldığı sütun duruyor. Yakın zamana kadar köhnemiş ve suç oranları yükselmişken kapsamlı bir canlandırma projesiyle uğranmaya değer, keyifli bir tarihi merkez oluşmuş, belki ileride Bari burayla da daha fazla ünlenebilir. Ancak buranın meselesi bu dokunun üzerinden koşturarak geçenler, sadece turistler değil. Her tür İtalya ve Akdeniz yolcusu için burası bir ara istasyon olmuş; gelen yormuş, giden yormuş.
Şehrin vitrinini faşizm baştan inşaa etmiş. Buranın önemi limanından geliyor. Şehir, çizmenin topuğunda, Balkan yarımadasına doğru uzanan uçta duruyor ve deniz yoluyla en kısa bağlantılardan birini sunuyor. Bugün Yunanistan ve daha seyrek Arnavutluk seferleriyle turist ve tırların aktarma noktası olmuş durumda. (Şehirde Türk tır/kamyon şöförleriyle karşılaşmak oldukça olası, benim denk geldiklerim tır şöförleri arasında ünlü olduğunu ve ucuz/kaliteli sabun ve deterjan sattığını söyledikleri bir yere gidiyorlardı) İtalya’nın turizm cennetinden ziyade Akdeniz’in stratejik odak noktası olduğu dönemlerde ise ticaret yollarının geçtiği, askeri açıdan önemli bir üsmüş, bu nedenle Mussolini buraya özellikle eğilmiş. Kıyı şeridi dev, anıtsal yapılarla duvar gibi örülü, yaklaşanlara dönemin güç gösterisini anlatan soğuk ve mesafeli yapıların bir çoğu kamuya ait. Çizmenin daha zengin olan, Roma, Napoli gibi büyük şehirleri barındıran batı kıyılarından tatile gelinen uçsuz bucaksız plajlarla örülü doğu kıyısını buranın büyük şehri Bari’nin bitmeyen dolgu sahili kesiyor. Şehirden yürünebilecek mesafedeki tek plaj Pane e Pomodoro yosunlu dolgu sahil kıyısını takip ederek ulaşılan, birkaç şeritli sahil yolunun kıyısında vasat bir kumsal. İsminin anlamı Domates Ekmek, araçla yarım saatte Puglia’nın doğa harikası plajlarına ulaşmak mümkünken burada yüzmek, muhteşem bir İtalyan yemeği yemek varken domates ekmekle öğün geçiştirmek gibi derlermiş.
Sahilden içeri geçinceyse belirgin bölgelere ayrılmış kent dokusu yapılaşma konusunda kontrollü İtalyan şehirlerinden ziyade karşı kıyıdaki Balkan şehirlerini andırıyor. Saraybosna’daki gibi gelenlerin şehrin farklı bölgelerinde kendi yerleşimlerini kurmalarından kaynaklanan bir yapboz hali var. Tarihi surların dışına çıktığınızda kent hayatının asıl canlandığı yer olan Bari Murat’a ulaşıyorsunuz, burası Fransızların, daha açarsak Napolyon’un damadı Murat’ın eline geçmiş ve tipik bulvar sevdalarından nasibini almış. Geometrik planı, promenadlı bir alışveriş bulvarını çizgisel bir merkez edinmesi, ızgara yol sistemine yerleştirilmiş yapı adalarından sahile uzanan diagonal ana yolları, balkonları ve Napolyon’un bayıldığını Paris’te çok net görebileceğiniz asma katlı apartman-palaslarıyla dönemin (1800’lerin başı) Fransız şehirlerinden pek farklı değil. Nerede insan ölçeğiyle, yürünebilirlikle, dar labirent sokaklarının arasındaki bitişik bloklarla çevrili meydanlarıyla Çizme’nin tipik yerleşimlerinden olan tarihi merkez, nerede Bari Murat..
Bari Murat’ın geniş kaldırımıyla çok şeritli yolu arasına dikili ağaçların altından yürüyerek Daniele’nin bir Bari, bir Rus mülkiyetine geçtiğini anlattığı Rus Kilisesi’ne ulaşılabiliyor. Rusya dışındaki bir Ortodoks kilisesi için oldukça iri bir yapı, katolik İtalya’da başka bir ülkenin ve mezhebin mülkiyetinde olması ilginç. Buradan ilerisi artık yeni Bari. Türkiye’de yaygın olarak olduğu gibi ani ve hızlı bir kentleşme süreci geçirmiş, yer yer çarpık gelişmiş bir yerleşim.
Daniele’nin eviyse İtalyan ve Fransız tarihi kısımlarının çeperlerinde, betonarme ancak kendine göre bir cazibesi olan bir yapı grubunun içinde. Abisiyle yaşıyor. Kedisi Sophie’nin en büyük zevki misafirler uyurken yanlarına gidip üzerlerinde dolaşmak; “rahatsız olur musun” diye sorarken “olsan da yapacak” diye ekledi. Neyse ki o benden rahatsız olmadıkça ben ondan hiç olmam. Akşam Cumartesi gecesi gezmesi için Daniele’yle evde buluştuk. Evin arkabahçesindeki otoparkta abisinin chopperının yanından geçip arabayı alırken pencerenin önüne park etmesini çamaşır asıyorum diye istemeyen teyzeyle biraz tartıştıktan sonra mekan zevklerimizin uyuştuğunu ispatlayacak bir tura çıktık.
Sadede gelirim!
Tek istediğim Taverna Maltese’den bahsetmekten Bari’yi anlatmaya daldım yahu.. neyse, bu kent ilginç olmadığı konusunda beni daha nasıl haksız çıkarabilir diye beklerken akşama Taverna Maltese’de başladık. (Malta Tavernası, bunun bir de yenisi var, ben haritada işaretlediğim eskisine gittim) Yemek yiyecektik ve Daniele’nin annesi de buradaydı.
Burayı 1980’de Daniele’nin “eski toprak” anne ve babası şehrin ilk “gerçek” pub’ı olarak açmış. O zaman İtalyan solunun bohem ruhlu gençleri olan çift şimdi ayrı, Daniele’nin babası Puglia kırsalına taşınmış, organik organik yaşıyormuş. Mekanı Daniele’nin abisi, mızıka ve gitar adamı Dario işletiyor. Yıllar boyunca sanatı ve düşünce hareketlerini ev sahipliği yaparak, sahne sunarak, dağıtımına katkıda bulunarak, bilemedin bira ve sohbet edecek arkadaşlar sağlayarak desteklemişler. Sitelerinde yolu buradan geçmiş sanatçıların bir kısmını listelemişler, İtalyanlar tanıyorlardır herhalde: like Francesco Guccini Paolo Conte, Lindsay Kemp, Marcel Marceau, Stefano Benni, Mario Capanna, Antonello Venditti.. böyle böyle Taverna Maltese adı kulaktan kulağa dolaşmış ve ünlenmiş, farklı yerlerden ziyaretçilere de adını duyurmuş. Bir pano yapmışlar, farklı ülkelerden gelenler kendi dillerinde İtalyanca’sı “I baci sono gratis”(öpücükler bedava) olan cümleyi yazıyorlar, kimileri yanına ufak eskizler de karalıyor. Yok yok bu panoda. Türkçe de vardı, ama sanırım İngilizce “free kisses” yazan kağıda bakarak “serbest öpücükler” diye yanlış bir çeviri yapmışlardı-free özgür,serbest, ücretsiz anlamına gelirken gratis İtalyanca armağan, bedava demek. Bunu söyledim, bir kağıt da bana uzattılar, “beleş öpücükler!” yazıp bıraktım..
Daniele’nin annesi siyah giymiş, gözlerine siyah kalem çekmiş, doğal taşlı takılar takmış, arkadaşlarıyla oturuyordu. Hem müziğini dinlemeye, hem oğullarına bakmaya buraya takılıyormuş hala. Beni gülerek karşıladı, Türk olmam ilgisini çekti. Sonra Daniele’yi sağlıklı beslemek adına bir İtalyan ev yemeği yapmaya mutfağa geçti, ben buluşmadan atıştırdığım ve sulu yemek pek sevmediğim için biraz didikleyip bıraksam da bize parmesanlı patlıcanlı bir şey pişirdi. Burası bir bar ama akşamüzeri konserlerin başlamasından saatler önce açılıyor, üst katta masalarda oturulabiliyor ve pişirecek biri varsa yemek de yapıyorlar. Eh, yemekleri kim yapıyor diye sordum, kim varsa dediler. Tam olarak belirli bir menüleri yok, patates kızartmasıyla patates kızartması arasında seçim yapmanız da gerekebilir, ama yok vazgeçtim gerekemez, zira her İtalyan en azından makarna sosları konusunda uzman.. ne istediğinizi söylüyorsunuz ve ahçı yapıp yapamayacağını söylüyor. Ayrıca yerel yemek konusunda en az her İtalyan kadar hassaslar, ve sitelerinde “GDO yok! O zehirli zıkkımdan yok!” yazıyor.
Alt katı da bir turluyoruz, akşamki konsere hazırlanıyor. Küçücük, biraz da havasız bir salon, küçük bir de sahne. Nişlerin içinde minderler var, sahneyi görmeyen kısımlarda şark köşesi gibi dekore edilmiş yerler hazırlamışlar. Daniele bir minderi gösterip “beni de bunlardan birinin üstünde yapmışlar herhalde” dedi- öyledir büyük ihtimalle. Burası son derece iddiasız bir alan: ünlenmesinin sebebi ses sistemi, akustiği falan değil, doğrudan yıllardır süregelen Taverna Maltese geleneği: burada her şey konuşulur, herkes yemek yapar, söyleyecek şarkısı olan çıkar söyler. Gün içinde Dario’nun içinden gelirse mızıkasını alır, yeni bir grupsanız burası sahnesini verir. Öpücükler de bedava üstelik, canınız sıkkınsa gidip bardan rica edebiliyorsunuz. Bir aile işletmesi geleneği içinde alternatif hareketlere destek verilir.
Yemekten sonra Bari’de birkaç bar daha turladık, bu kadar renkli olmasını beklemiyordum, bir de açık havada bile bu kadar dumanaltı olunabileceğini bilmiyordum. Taverna Maltese’ye döndüğümüzde hardcore konseri başlamış ve içeri girmeye çalışan 15 yaşlarında tipler kapının önünde yığılmıştı. Kalabalığı geçmekle uğraşmadık, akşamı bira başında pinekleyerek geçirmeyi planlıyorduk, başka bir sefere pogo da yapılır..
Taverna Maltese, Centro sociale’ler gibi harika bir geleneğin olduğu İtalya’da bile gördüğüm en ruh sahibi, gidilesi mekanlardandı. Güney İtalya’da rock dinlemek için ilk durak olarak not düştüm ben. Üst katta da besliyorlar hem, ev yemekleriyle enerji depolayıp pogoda kolunu bacağını çıkarana şefkat gösteriyorlar, böyle bir sıcaklık, böyle bir lezizlik.. Nasıl şiddetle önereceğimi şaşırıyorum.
Bari’den bahsedince fotoğraflarını da eklemek gerekti. Yaz gidişimde fotoğraf makinem yoktu, bunlar Nisan 2009’dan..
[embpicasa id=”5688372283723384945″]