Heidi Ülkesinin Yollarında -3- Tabana Kuvvet

İsviçre’de Eiger dağını ve Interlaken’i görmek isteyerek yola çıktım, otostopla gezeyim dedim, sonra yolda kaldım ve kayboldum, kar nedeniyle trafiğe kapalı bir dağ geçidini geçtim. O gün bir yere yetişemediğim için karşıma çıkan bir köyde bir evin arka bahçesinde kaldım, bu da sabah vardığım yerler, güzel vadilerde yürüyüşler işte. Tüm yolculuğu berner oberland 2009 diye etiketliyorum.

 

Gözüme kestirdiğim bir evin arka bahçesinde, bırakıldığım geçidi geçtiğim ve bir yerleşime ulaştığım için daha hedefe yakın hissederek, ama hala nerede olduğumu bilmeyerek tulumumu serip açık havada yattım. Akşam hava  kapalıydı ve azıcık çiseledi, yağıştan kısmen korunaklı bir saçak altındaydım ama sırf tulumla biraz üşüdüm. Açıkta yatmakla ilgili en sevdiğim şey gökyüzünü görmek. Gece uyanıp uyanıp yıldız görebilir miyim diye gökyüzüne baktığımı, sabaha karşı havanın açtığını ve binlerce yıldız gördüğümü düşünüyorum, ama hayal etmiş de olabilirim. Yine de çok güzeldi. Yattığım yeri haritada işaretledim, yukarıda google mapte görünen koordinatlar tam olarak o bahçede..

Sabah hafif çiseleyen yağışla ve çiğle ıslanmış olarak, saat 5 gibi, hava daha tam aydınlanmamışken, kıskıs gülen çocuk sesleriyle uyandım. Gözlerimi açtığımda depomsu yerin önünde iki sarı kafalı velet bisikletleri yanlarında beni gösterip gülüyorlardı. 5-6 yaşlarında çocukları güneşin doğuşuyla kıra bayıra salmalarına içerledim, çizgifilm saatleri neyim yok muydu bunların? Ne işleri vardı sabah sabah bisiklet tepesinde; elin sırt çantası kafasının altında, kafa lambası hala başında, ıslak kaz tüyü tulumunda uyuyan turistinin başında ne işleri vardı? Evde oturup televizyon izleyip cips yeselerdi ya, kırlarda bisiklete binmek neymiş?

ne güzel vadi!

ne güzel vadi!

Sabah güneşinde ne kadar güzel bir yere vardığımı gördüm. Orman bitmişti, vadi genişlemişti. Bir yanımda geniş bir bant halinde uzanan bir kaya duvarı, diğer yanımda ağaçlık bir yamaç, önümdeki yolun iki yanında yemyeşil çimenli düzlükler vardı. Çitlerle çevrilmiş, çimleri budanıp sarmal balyalar halinde bırakılmış alanlarda inekler ve keçiler otluyordu. Hava açıktı ve bahar yıllardır görmediğim kadar bahar gibiydi, etrafımda kır çiçekleri, üzerimde çiğ damlaları vardı. Ne sıcak, ne soğuk bir günde güneş ıslak toprak ve biçilmiş çim kokan vadiye vuruyordu, kayalık dağların arkasından ışıyordu. Buradan sonra artık otostop denenebilirdi ya, istemediğime karar verdim. Dünya yanından hızla geçilmeyecek kadar güzel geldi, yürümeye devam!

Yolda gördüğüm ilk danaların yanlarına koştum. Onlar da nedense benimle çok ilgilendiler. Hepsi oldukları yerden kalkıp çanlarını çınlata çınlata, salına salına çitlerin oraya, yanıma indi. Bir tanesi, en erken gelen, burnunu uzatıp duruyordu. Başta biraz çekindim ama sonra oldukça laubali olduk, sarıldım, gideyim dedim, baktım hala peşimden geliyor ve köşede dana yığılmaları oluyor, dönüp dönüp kafalarını sevdim. İnekler bile daha önce gördüğüm ineklerden daha “bakımlı”lardı. Her yer kurgu gibiydi; mükemmel bir gün olsun diye ineklerin burunları daha pembeydi, salyaları akmıyor, üzerlerinde sinekler dolaşmıyordu, benim evde yaşayan ve kendini yalamayı ihmal eden kedimden daha temizlerdi!

Tüm Heidiliğimle yolda gördüğüm güzel evleri benim evim, bu da dedem, bu da Peter diye kendi kafamda kura kura, sağda solda gördüğüm bilimum hayvanı ihmal etmeye etmeye, otlaklar arasında zigzag çizerek yürüdüm. Nedense çiftlik hayvanları da benimle çok ilgileniyorlardı. Bir grup keçi, benden biraz daha yüksek bir yerde, beni görünce koşarak geldiler. 10 15 keçi, hepsi bana bakıyordu, bir iki adım atınca hepsi kafalarını çevirerek beni takip ediyordu. İlgilerini çektim sanırım, ya da normal normal yürürken birden çocukken üfleyerek dağıttığımız pamuksu çiçeklerden bir öbek görüp onlara üflemeye, bir sürü dana görüp onları sevmeye coşkuyla koştuğum için günlük rutinlerinin dışında bir görüntü oluşturdum.

Aslında tek yapmamam gereken yeni biçilmiş çimlere uzanmaktı, önceki akşam tırmanışçı çocuklar öyle demişlerdi, ama etraf çok güzel kokuyordu ve biçilmemiş yerlerde üzerine yatılmayası sert otlar vardı. Kıvrılan vadinin ucunda, ağaçların arasında kocaman bir kaya duvarının göründüğü bir yeni bçilmiş düzlük bulup güneşte uzandım, çimlerde yuvarlandım. Gece biraz soğuk geçmişti, güneş iyi geldi. Arada sırada yanımdan geçen araçlar dışında hiç insan görmüyordum zaten, çekinmeye gerek duymadım. Tertemiz balyalanmış çimlere bakıp buralarda yaşayanların hem çok çalışkan, hem de ineklerini böyle temiz ve güzel tutacak kadar iyi olduklarını düşünüyordum, çekinmeye gerek yoktu evet.

Bölge, tahminimce ülke de, baştan başa bisiklet yollarıyla örülü. Bu yollar çok az yerde taşıt yollarıyla birleşiyor-ancak topografyanın el vermediği derin vadiler gibi yerlerde. Çoğu zaman taşıt yoluna rahatça bağlanılabilecek kadar yakın, ormanların içinden ve su kıyılarından geçen ve yoldan görsel/işitsel olarak etkilenmeyen, mesafe ve zorluk dereceleriyle işaretlenmiş bisiklet yolları bunlar.  Sıradaki yerleşimde durmayacaksanız yanından geçebiliyorsunuz, hoş, içeri devam etseniz de yerleşimlerin içlerinde de bisiklet şeritleri var. Özel spor parkurları değiller sadece, şehirleri ve yolları birbirlerine bağlayan ana iskeletin üzerinde düğüm noktalarından dağılarak doğaya, gezi yerlerine giden bir sistem. Hatta şehirlerarası uzun mesafeli yürüyüş yolları da bir çok yerde mevcut, ağırlıklı olarak bisiklet yollarının yanında ek genişlik olarak yer alıyor, yer yer patikalar halinde ayrılıyor.  Avrupa’da İsviçre, İtalya ve Fransa dağlarında yürüyüşler yapmış biri olarak en etkileyici altyapıyı da İsviçre’de gördüm hani..

Benim geçitten tekrar bir araca binene kadar yürüdüğüm mesafe google earth’e göre yaklaşık 50 kilometreymiş. Bu rota da yolda sıradaki yerleşimin adıyla işaretli parkurlara bağlanıyordu. Yolda geçtiğim köylerde oraların küçük cafelerinin, bazen evlerin cephelerinde bu yolların ve çevredeki dağların olduğu haritalar vardı ve İnterlaken’i sadece vadinin bitiminden sonra çıkan bir ok olarak görsem de o kadar da “kaybolmuş” hissetmiyordum artık. Vadinin ve bağlandığım bu gezi yollarının tadını çıkarıp “bir ara oraya da varmak” istiyordum sadece. Bir de şu dağların çeşitli perspektiflerden çizilerek zemin özelliklerine göre renklendirildiği, patika ve manzara noktalarının renk kodlu olarak işaretli olduğu, hava fotoğraflarından ve haritalardan çok daha anlaşılır ve şık rota rehberlerinden Türkiye dağları için de bir iki tane çizmek gibi bir işin altına girebilir miyim diye düşünüyordum. Bunların olduğu yerler bir ailenin rahatça, neyle karşılaşacaklarını bilerek basit zeminde doğa yürüyüşü yapabilecekleri yerlermiş gibi hissediyorum zira.

Artık bir şeyler temin edilebilecek yerler ortaya çıkmaya başlamıştı. İlk olarak bir kiliseyle karşılaştım, Pazar ayini dağılıyor veya toplanıyordu herhalde, önünde bir kalabalık vardı. Bir kayanın yanına yerleşmiş, küçük ama kişilikli bir kiliseydi. Sonra küçük bir yerleşim merkezine vardım, yemeğimin hala yettiğine karar verip ucuz bir süpermarket bulana kadar bir şey almamayı seçtim. Buradan sonra oldukça fazla araç vardı ve otostop kolay olurdu. Yol hala muhteşem vadilerden mi gidecekti, üzerinde yuvarlanılacak çimler var mıydı, yürümeye değer miydi kestiremiyordum. Yerleşimin çıkışına yürüyüp birilerine buradan İnterlaken ne kadar uzak diye sordum, hala tabelalar daha yakın olan yerleri gösteriyorlardı.. “çok uzak” dedi, “Nasıl yani yürüyecek misin-olmaz ki”. “Ne kadar uzak” diye direttim, “Ne bileyim 30 km falan!”. “O kadarsa yürürüm yahu, ne olacak, akşama varırım” diye düşündüm, devam ettim.

İleride bazı oklar yürüyüş ve bisiklet yollarını gösteriyorlardı, ama bir tepede bir şeyler olduğuna dair de oklar vardı ve çok fazla araç o yöne gidiyorlardı. Uzun zaman vadide yürüdükten sonra yokuş çıkmak, araçların yanından yürümek biraz tatsız da olsa nereye gidiyorlarmış diye araç yolundan gittim. Kanyon gibi bir şey varmış sanırım. Girişine kayalara asılı hafif bir yapıyla restoran, hediyelik eşyacı ve adını müze koydukları küçük bir şey yapmışlar. Buradan turlar çıkıyordu, girmedim, yakındaki yaya yoluna bağlanıp devam ettim.

Ağaçların arasında bir patikaya bir aileyle birlikte girdim. Bir kaç çocuk ve yetişkin dolaşıyorlardı, diğerlerinden biraz büyük erkek çocuk önden gidiyor, sağa sola sapıyor, ilgi çekmek için sesleniyordu. Aynı kardeşimle benim çocukken gidilen yürüyüşlerde yaptığımız maymunluklar işte. Yalnız geçirdiğim zamandan çok hoşnut olduğumdan mıdır bilmem, kendimi insanların doğada görmek istemeyecekleri bir şey olarak görmeye başladığımı farkettim. Orada yalnız olmalarına imkan tanımak amacıyla önce beni geçmeleri için durmayı denedim, baktım çok oyalanıyorlar, hızla önlerinden geçtim. Ağaçların arasında seke seke dolaşırken aralarda manzara noktaları aradım, resmen bir vadisever olmuştum, ferah ferah dolaşmak varken orman da neydi..

Tepeyi de aşınca Meiringen oklarını izleye izleye, hala dağların ve kırların arasından, ama bu sefer işlek yolların etrafında yürüdüm. Meiringen’a vardım, buradaydı sanırım, fotoğraf makinesine pil aldım, Euro verince üstüne Frank verdikleri için para bozdurmam gerekmedi. Nehir kıyısında, etrafındaki dağların arasındaki düzlüğün oldukça genişlediği bir yerde kurulu bir şehir. Meydanda insanların üzerinde dolaşabilecekleri ebatta bir satranç kurgusu var. Çevredeki kayak tesislerine, yamaç paraşütü, kanyon turlarına oklar gidiyor. Her mevsim için aktivite bulmuşlar ve şehrin kimliği genel olarak doğa sporları ile ilgili sunduğu imkanlar üzerine; özellikle çevresindeki yumuşak eğimli tepelerde kayak ve kanyonlar üzerine kurulmuş. Casinoplatz gibi yerler var, tesisleşme de çok sanırım. Merkez yoğunluğunun bittiği yerde anında inekler otlamaya başlıyor, hemen dışında çok şık olmayan –ama kötü durumda da olmayan- beton yapılar var bir kaç tane, İsviçre’de ilk defa gördüğüm için tek tük de olsalar dikkatimi çekiyor. O kadar gelmiştim, hala Interlaken 30km diyordu oklar -daha önce sorduğum adam mesafeyi kestiremediğini belli ediyordu zaten- ve artık arasında Interlaken’in bulunduğu göllerin etrafındaki yoğun bölgedeyim, buradaki yollar oldukça işlek ve yürümek sabahki kadar büyülü değil. Otostop da denemek için yol kenarından göl kıyısındaki Brienz yönüne yürümeye devam etmeye karar verdim.

Yürüdüm de yürüdüm, şehrin hemen dışında kırlara bırakılmış boş bir küvet buldum, biraz daha inek sevip çimlerde yuvarlandım, fena olmadı. İnek sevme motivasyonuyla otostop girişimlerini biraz boşladım ve bayağı gittim yine, neden sonra, bir araç yanımdan geçerken yavaşlayıp ileride kendi kendine durdu. İçinden sarışın-kumral, uzun boylu, spor giyinmiş, oldukça atletik yapılı, iri gözlü –İtüdak’taki Başak’a çok benzeyen’- bir kız çıktı ve zıplayarak elini kolunu sallamaya başladı. “heyy neden yol kenarında yürüyorsun, ileri bırakalım!” Yanına varınca kocaman güldü, gençti ama yüzü çok fazla dışarıda durmaktan bronz ve derisi kuru gibiydi, gözlerinin etrafı çizgi çizgi oluyordu. Çok dik duruşlu, sportif bir hali vardı, kolları ve omuzları biçimliydi. Arabayı kullanansa ondan birkaç yaş büyük, kısa boylu, kep takmış, yürüyüş için  giyinmiş, Faslı bir çocuktu, Almanca rahat anlaşıyorlardı ama İngilizce’si çok iyi değildi. “Sen de Arapça ve Fransızca biliyorsundur canım, kaç dil bileceksin zaten, ama beni Fransızca zorlar” diye bir iki kelime Fransızca sallayıp İngilizce’de karar kılma muhabbetiyle arka koltuğa atladım. Interlaken yollarının üzerindeymiş, hemen dışında bir yere gidiyorlarmış. Yaklaşık 50 kilometre süren yolda kalma yürüyüşüm sonlanmıştı.

-Bugün Pazar, uzun yoldan gidelim!

Kız giderken bir yandan bana etrafta gördüklerimizi anlatıyor, bir yandan keyifli keyifli beni konu dışında bırakmadan İngilizce -arada çocuk anlamayınca Almanca tekrarlayarak- laflıyordu. Gölün iki tarafından ayrı yollar geçiyor, mesafe olarak aralarındaki fark büyük değil ama biraz daha uzun olan virajlı ve daha dar olduğu için daha uzun zaman alıyormuş, ama daha manzaralıymış; diğeri tünellerden geçiyormuş. “Bugün çalışmıyoruz, keyfine çıktık, neden sana biraz manzara seyrettirmeyelim” dediler.  Kimsenin acelesi yoktu, keyifler yerindeydi, rehberim güleryüzle bir şeyler anlatıyordu.. Sonunda hedeflediğim yere varacaktım ya, gitmeden sadece ilginç olduğunu duyduğum bir yer, acaba nasıldı..

[embpicasa id=”5688701240317942625″]

Aynı geziden başka yazılar