Anadolu Dağ Maratonu ve Pikniği 2010

Anadolu Dağ Maratonu ve Pikniği 2010


Doğa Araştırmaları, Sporları ve Kurtarma Derneği’nin (DASK) düzenlediği Anadolu Dağ Maratonu (ADAM) adında maraton sözcüğü bulunmasına karşın birçok kişinin koşmadığı bir etkinlik. Yön bulma, harita okuma ve koordinatları verilen istasyonlar arasında rota belirleyip dağlık arazi koşullarında uzun mesafeleri yaya gitmeyi içeriyor.  Bir doğa faaliyeti olarak planlama ve karar verme becerilerine dayanıyor, bu arada DASK’ın organizasyon deneyimi sayesinde tamamen kendin düzenleyerek gerçekleştirilmesi çok zor olacak bir parkura hazır dökümanlarla katılma imkanı sağlıyor.

İkişer kişilik ekipler oluşturan yarışmacılara yarışmadan çok kısa zaman önce duyurulan bir yerin 1/25.000 haritası veriliyor, istasyon koordinatları da yola çıkarken açıklanıyor. GPS kullanmak yasak, pusulayla yön bularak 2 günde programı tamamlamaları bekleniyor. Türkiye’de tam olarak bu şekilde olan tek örnek bu organizasyon-Likya Ultramaratonu gibi cidden koşulacak ve orienteeringle daha az ilgili maratonlar var bunun dışında. 3 farklı parkur var –kısa, orta ve uzun. Arazi koşullarına göre her yıl değişse de –dağ tepe arazi denmeden istasyonlar arası en kısa yoldan gidilirse- yaklaşık olarak kısa parkur 20 küsür kilometre, orta 40 küsür, uzun 70 küsür oluyor. Kuş uçuşu mesafe için 5-10km çıkar. Patikalar kullanılırsa yol iki kat kadar uzuyor, normal bir planlamayla bunun 1.5 katı kadar oluyor. Yarışma programında bir ara kamp var, çıkış saatinden oraya varana kadar geçen zaman ölçülerek sıralama alınıyor, kısa parkura bile katılınsa ara kampta kalınarak yarışma 2 güne yayılıyor. Zaten yarışmacılar birbirlerini takip etmemeleri için farklı saatlerde yola çıkıyor.

Bu tür bir maratonda -dağ aşmada- başarılı olmak için kaybolmamak, doğru rota seçmek ve yük-zaman-enerji kullanımını iyi planlamak gerekiyor. Arada kamp yapılacağı ve yarışmacılar parkur boyunca kendi yüklerini kendileri taşıyarak yürüdükleri için çantaların içeriğinin verimli planlanması kritik mesela. Aslında biz dahil çoğu kişi yalnızca parkuru tamamlayabilmeyi hedefleyerek katılıyor, mesele iyi organize olmak ve yön bulmak. Tabii çoğu kişi koşmuyor derken kendi katıldığım orta parkurdan bahsediyordum, uzun parkuru sadece tamamlamak için bile en azından zemin iyiyken biraz koşmak gerekiyor, ve kaybolunarak zaman kaybedilirse bitmesi pek olası değil.

ADAM 2010

Bu sene ADAM’da orta parkura sevgiliyle katıldık. Yıllardır arkadaşlarım gidiyordu, ben hem hımbıl bir insan olduğum için ne işim var yarışta diyordum, hem de zamanı denk gelmiyordu bir türlü. Bu sefer de hımbıldık aslında. Haftalardır antrenman sayılabilecek hiçbir şey yapmamıştık çeşitli piknikçi-klas aktiviteler peşinde koşmaktan, ki zaten genel olarak çok atletik bir insan değilim. Yine de dağa gidip gelen, hayatında dayanıklılık gerektiren sporlar olan ve doğa aktivitesi planlama deneyimi olan insanlar olarak orta parkuru uygun gördük, biraz antrenmanlı olsak bitirme gayesiyle uzun parkura girerdik.  Gittiğimizde organizasyondan birileri ODTÜ Orienteering Kulübünden bir ekibe neden kısa parkura girmelerinin uygun olacağını açıklıyordu: iyi  yön bulabilir, kısa mesafede hızlı olabilirsiniz, ama sırtınızda ağır çantalarla uzun faaliyet deneyiminiz yok. O ekip kısa parkurda derece yaptı, açıklama da mantıklıydı, orta ve uzun parkur için uzun faaliyetler içeren doğa sporları deneyimi gerekli gibi. Biz mesela dayanıklılık gerektiren dağ faaliyetlerinden deneyimimizi konuşturup bir hafta öncesinden glikojen depolarımızı bol spaghetti bolognese ile doldurmaya başlamıştık. Hazırlık için antrenmana hayır, beslenmeye evet, kısmi bilinçlilik veya seçici hazırlıklılık diyebiliriz.

2010 ADAM Bolu-Seben’de yapıldı. Ana kamp Bıyıklar Yaylası yakınlarındaydı. Yola Altıparmak Dağları faaliyetindeki biri biz diğeri uzun parkura giren arkadaşlarımız olarak iki ekip, bir orta parkur ekibi daha, yarışmayacak 3 kamp destekçisi/keyif insanı, bir de sibirya kurdu arkadaşımız Tuareg olarak çıktık. Sonra kampa 2 kişi daha geldi, 1 kişi gitti, 10 kişi ve 1 köpeklik bir ADAM çıkartması yapmış olduk. Hep beraber diğer ekipten birinin şirketi için ürün taşımada kullandığı minibüsün arka kısmına doluştuk ve yolda sarsıldıkça panikleyen bir sibirya kurduyla mülteci mode on yaylaya vardık. Bildiğim kadarıyla DASK ulaşım için İstanbul’dan bir toplu taşıma aracı ayarlamıyor, özel araç olmadan maratona ulaşmak pek mümkün değil gibi. Bolu veya Ankara’dan olabilir gerçi.

Kamp yeri oldukça genişti, dere kenarındaydı, bunun dışında çeşme de vardı. Tuvalet de ayarlamışlar, birer taneydi ama zaten orman da kullanıma açık olduğu için yeterliydi ve kamp koşullarına alışık biri için tuvaletlerin durumu kötü değildi. Üstelik sponsorların ayarladığı pilav-hindi öğünüyle karşılandık ve  yiyerek gelmiş olmamıza rağmen ateşte pişen bir şeyler görmek bayağı hoşumuza gitti. Bir de her katılımcı için katılım sertifikasının yanında t-shirt ve siperlikli şapka hazırlatmışlar, yanına da biraz Bolçi koymuşlar. Daha önce katılan arkadaşlarda eski t-shirtleri de görmüştüm, bu seneki daha da güzel olmuş, bana bilimum etkinlik tshirtü gibi tırmanış salonu giyeceği olacak kendisi. Şapka da hafif ve güzel, hem bu ikisi üzerlerindeki DASK baskılarıyla hoş düşünülmüş anı eşyaları, beni sevindirdi.

Ana kampta herşey harika da değildi tabii: yarışma doğayı seven herkesin katılabilmesi için değişik parkurlarda düzenleniyor ve yarışmayıp sadece kamp yapmaya gelecekler için de yer açıyor. Bu güzel, tamam, bizim de kamp ekibimiz vardı. İnsanların keyif aldıkları, yarışmadan çok şenlik havasında geçen bir etkinlik güzel, ama bu kadar çok kişiyi ağırlamak başka bir konu. Bizim kampımız da ateş yaktığı için şikayet edebilir miyim bilmiyorum ama döndüğümüzde kamp alanının ateş izleriyle delik deşik olacağını düşündürecek kadar ateş yakıldı, ateş başlarında sucuk çevrilip rakı içildi. Araçların bırakılması için ayrı bir yer ayarlanmadığı ve toplu taşıma da olmadığı için ortalıkta neredeyse çadır sayısı kadar araç vardı, bunların kampa girişleriyle arazide izler oluştu, kamp da bir otopark görünümü edindi. Düzenli bir piknik alanı değil, her sene yeri değişen bir organizasyon için ayarlanmış bu geçici kampta tavır doğa sporlarında genel olarak benimsenen iz bırakmama yönünde olsa içim daha rahat olabilirdi. Bolu Belediyesi çöpleri aldı ama o kadar kişinin tahribat yaratması kaçınılmazdı, hani ateş çok keyifli gerçekten, kamp ortamı da, ama çevre korumayla ilgili kurallardan bir çerçeve belirlense ve herkes buna uysa soğuktan şikayet etmeden ateşsiz durabilirdim veya bu kadar keyifli olmayacak olsa da anakamp bir yerleşim yerinde olabilirdi. Doğada çok insanı çekecek etkinlikler düzenlenmesi konusunda yaklaşımım nasıl olmalı tam bilemiyorum, eğlenceliler ama bana biraz buruk geliyor.

Akşam biraz geç bir saatte sonraki gün hakkında bilgi verildi ve çıkış saatleri açıklandı. Bu arada İskoçya’dan da bir ekibin geldiğini gördük. ADAM Mont Blanc Maratonunun önşartı olan 2 puanı sağlayacak uluslararası kriterleri sağlıyormuş, bunu duyunca sağlam ekipler gelebilir diye yarışma konusunda iddialı olan arkadaşlarımıza takılmıştık, sonra öyle olmayacağına karar vermiştik.  Leylek gibi uzun bacaklı İskoç ekibi görünce hemen bir gizem ortamı oluştu: öylesine mi gelmişler yoksa cidden sağlam bir ekip mi? Sağlamlarmış, bu seneki ADAM’a damga vurdular, “Braveheartlar” olarak anılageldiler ve kulaktan kulağa destansı öyküleri yayıldı..

17 TEMMUZ 2010

İlk gün önce gündüz isteyenlere pusula eğitimi verilmişti, bu çok faydalı ve cazip bence, biz  eğitime katılmamış olsak da böyle etkinliklere yeni yeni katılmak isteyen biri için ADAM çok iyi bir başlangıç olabilir. Sabah da herkese çıkış saatinde güzel kağıda basılmış haritaları ve ilk günkü istasyonların koordinatları verildi. İlk gün 6 istasyondan oluşuyordu, bunları haritanın koordinat sistemine göre ölçerek bulduk ve yola koyulduk.

İlk istasyon ısınma ve yarışmacıları baştan soğutmama için konmuş galiba, patikadan ulaşılabiliyordu ve mantıklı-kısa ve az irtifa alan-  bulduğumuz iki rota seçeneği çoğunlukla yoldan gidiyordu. İnsanlar yeni başlayan yarışın heyecanıyla koşarken “biz yarışmaya değil dolaşmaya geldik” diyerek –özellikle benim hımbıllığımla- yürüye yürüye ilerlemeye başladık. Dere kıyısını takip edip oradan yol üzerindeki bir yaylaya yoldan 100-200m devam etmek yerine aradaki açık araziden geçmeye karar verdik. Sonra yine bir patikaya bağlanıp, arada ormana girip istasyona çıkacaktık. Yaylanın çevresindeki açık arazi insanların tarlalarıymış, dere geçişi ve köpek havlamaları içinde, mahsüle zarar vermeme çabası içinde tarlalar arasında dolaşa dolaşa, mesafe kazanımımız olmadan ilk yoldan çıkışımızı yaptık. Yayladan da düşündüğümüz patikaya değil bir yanına girmişiz, farkettik ama o da istediğimiz yere gittiği için dönmedik.

kayaİkinci istasyona giderken Haydar Yaylasından sonra bir tepeyi doğrudan ormanın içinden aştık. Sonra üçüncü istasyon için aynı yoldan geri dönmemizin gerekmesi pek hoşumuza gitmedi, ama dönüşte bir kaya bandından etrafında dolaşmak yerine geri tırmanarak inmek eğlenceli oldu: dağ maratonunda kaya da görmedik demeyiz.

Üçüncü İstasyon, Resul Tepe, en yüksek istasyondu. Sanırım buna olabilecek en güzel yoldan gittik, kaybolma ihtimali olmayan, bir su yatağını ve yanında bir zaman sonra biten bir patikayı izleyen, çiçekler içinde güzel bir yoldu. Çok mantıklı bir hattı ama girişi belirsizdi, bazı ekipler bulamadılar sanırım. Etrafta tepelerden gelenleri gördükçe ne yapmışlar dedik, birçok kişi de bu istasyonu ararken yorulmuş hatta kaybolmuş. Burada çıkış saati bizden önce olan yol arkadaşımız diğer ekiple, sonra yarış boyunca farklı rotalardan gidip istasyonlarda hep karşılaşmak üzere karşılaştık. Bayağı esen bir istasyondu ve etrafında yol yoktu, istasyon görevlileri yürüyerek gelip akşamdan kamp atmışlardı, kenarda bira kutuları duruyordu.

Dördüncü istasyon için iyice irtifa kaybettik, bir de geri çıkışı olacağını düşündükçe hoşumuza gitmedi. Arkadaşlarımız yoldan yoldan giderken biz 20 30 metre daha az irtifa alacağız diye ilk ciddi “cangıl geçişi” olarak adlandırdığımız yoldan sapmamızı yaptık. Ormanın içinden, etraf algılanamayacak kadar sık ağaçların arasında, dallara takıla takıla, pusula kullanarak bir sırtın etrafından dolaşmayı içeren ve yön bulma becerilerimiz için iyi pratik olan bir rota izledik. Sonra bir su yatağına çıktık ve tabii ki yoldan giden insanlarla aynı sürede varmıştık. Yine de daha çok eğlendik, istasyon görevlileri de saçımızdan topladıkları dallarla sık orman geçmiş olmamızla eğlendiler.

dımdızlak kalmış ormanBeşinci istasyon orta parkurun en sorunlu bölümüydü. Verilen haritalarda eşyükselti eğrilerinde kotlar çok az yerde yazdığı için çanaklarla tepeleri ayırdetmek güçtü (şehir plancısıyım ilk askeri harita görüşüm değil haliyle ama..), bir an tepe olduğunu düşündüğümüz bu yerin çanak olduğunu yolda anladık, bu rahatlatıcı oldu. Ancak sapmak istediğimiz yolun girişini ormancılar kütüklerle kapatmış, sonradan öğrendik ki çoğu ekip o yolu bulamamış, bulan bir tanesi de başkalarının bulamayacağını düşünmüş. Zaten kesim mevsimiydi herhalde, her tarafta kesim vardı, su sesi, rüzgar sesi ve elektrikli testere sesi içinde yürüdük. Bu girişi bulamayınca da gittiğimiz mesafeye göre istasyonun kuzeyi civarıda olmamız gerektiğini düşünerek aynı yolda gidip gelmeye başladık, sonra uygun gördüğümüz bir yerden, orada dolaşan başka bir ekiple beraber, doğrudan kuzeye ormana girdik. Zaten istasyon hiçbir yola yakın değildi ve ormanda ağaçlardan görülmesi zordu. Haritadaki yollar gerçekte görünmeyince ve istasyon konumu da karmaşık olunca ekipler burada zorlandı.

Son istasyon artık ara kamptı, karakolun yakınlarında.  Su için kamp alanının yanındaki bir caminin çeşmesi kullanıldı. Yine kampta dere vardı, ayaklar için oldukça rahatlatıcı oldu. Zaten ilk gün boyunca boşuna su taşıdık, her taraftan dereler akıyordu. Önceden düşünüp ilk gün yapmaya cesaret edemediğim üzere ikinci gün su taşımadık. Kampta çevrilen sucukları insanların gerçekten sırtlarında taşımış olduklarına inanamadık. Biz dağ alışkanlığıyla malzemeden biraz fazla kısmıştık-2 gün için kişi başı birer sandviç ve 3 4 tadımca, pek hafif süpermarket çadırı, tek mat, hatta sevgili kendininkini unuttuğu için tek yağmurluk, 0 yedek kıyafet veya çorap.. herkesin o kadar hafif gelmediğini tahmin ediyorduk-biz adam başı 20 litre eşya taşırken 60 litre çantalar görüyorduk, ama yine de kampa dışarıdan yemek-malzeme girişi olduğundan şüphelenmedik değil. Etkinliğin bir boyutu da ihtiyacın kadar malzemeyi planlamak ve planladığın kadar malzemeyle yetinmek olduğu için öyle olmadığını umuyoruz. O kadar yükü taşıyanlara da helal mi diyeyim, ağır faaliyetleri geçmiş olsun mu diyeyim bilemiyorum.

18 TEMMUZ 2010

2. gün yine 6 istasyon vardı ama istasyon araları önceki günkülerin yaklaşık yarısı kadardı. İlk günden kısa olmasına rağmen sanırım bazı ekipler ilk gün yaşanan sakatlanmalar ve yorgunluk gibi sebeplerden devam etmediler. Biz de miskinleşmiştik, nasıl olsa derece kazanma çabamız yok diye soğukta kalkmaya üşenip sabah 40 dakika geç çıktık. İstasyon koordinatlarımızı alıp soğukta sadece ilk istasyonu işaretledik ve hava biraz ısınır orada diğerlerine bakarız diye ilk istasyona yola çıktık.

Yine ilk istasyon yoldan gidilmesi uygun olan, kolay bir konumdaydı. Yanımızdan İskoçlar ve onlara Taksim yılbaşı tacizcileri kadar yakın koşan, rekabetle motive olmuş uzun parkur 2.leri geçerken biz salına salına, tek derdimiz ayılmak olarak yürüyorduk. Bıyıklar Yaylası yol üzerinde kalıyordu. Yarışmadan çok şenlik havasında olmanın bir göstergesi de istasyondaydı: yarışmacılardan biri yayladan geçerken diğer yarışmacılara da ikram ederim diye bol bol simit almış. Hoştu, ara kampı biraz gevşek bulmuş ve kendimiz de iyice yaymış olmanın etkisiyle aldık bir tane. Teşekkürler kendisine. Oturduk noktalarımızı işaretledik, miskinlik yaptık. İkinci istasyon da bayağı rahat bir yerdeydi, düzayak yürüdük gittik.

dağda gezen ayı vs dağda gezen ADAMİkinci gün istasyon araları bayağı kısaydı ve toplamda ilk günün yaklaşık yarısı kadar yol vardı, ama iki sağlam tepe koymuşlar programa. İlki 3. istasyondu. Bayağı bir süre yoldan gitmeyi gerektiriyordu, yol rahatlığıyla giderken dalıp sapmak istediğimiz yeri kaçırmışız, azıcık geri dönmektense öküz çayırına devam ettik, 2. günü iyice piknikleştirdik. Yolda yine diğer ekipten arkadaşlarımızla karşılaştık, öyle de olunca iyice muhabbete bağladı, bir daha başka ekiplerle beraber ilerlememeye karar verdik ikimiz kendi aramızda. Birbirini beklemece, konuşma derken iyice oyalanılıyor, dikkat de dağılıyor. Ayı çayırı yakınlarındaki 3. İstasyona giderken yaban domuzu ve yavru ayı ayak izleri gördük, çok hoşuma gitti. Hoşuma gitmeyense çıktığımız tepeden aynen geri inmenin gerekmesiydi, in çık bir hal olduk vallahi.

Dördüncü istasyon da rahattı, yoldan yoldan gidildi çoğunlukla. Arada yine diğer ekipten arkadaşlarla karşılaştık, dere kenarında yarım saatten uzun bir su ve muhabbet molası verdik. Piknik demiştim.

Dörtten çıkıp insanlar efendi gibi yoldan giderken biz yine  fazla mesafe kazanımı olmamasına rağmen ormana daldık. Beşinci istasyon tam kampın üzerinde yükselen tepedeydi ve düzayak kampa gitmek yerine istasyona gitmeye, hani yarışma biteyazmışken bayağı üşendik, neyse sırttan sırttan çıktık gittik. İstasyon haritada işlediğimiz şekliyle yamacın kamp tarafına yakın olmalıyken diğer tarafa bakıyordu sanki, bir de ağaçların arasında görünmediği için yakın çevresinde bayağı bir dolaştık. Sonunda bulunca da bir oh çekip 6. istasyon olan ana kampa, kamp ekibimizin yemeklerine indik.

Kampa gelen her ekibi ıslıklar ve düdüklerle karşılıyorlardı, istasyonda fotoğraflarını çekiyor ve meyve suyu ikram ediyorlardı. Küçük ama çok güzel düşünülmüş bir şey bence, o meyve suyu o an çok güzel geliyor. DASK genel olarak etkinliği olabildiğince keyifli olacak ve gergin bir yarışmadan çok güzel bir haftasonu geçirtecek şekilde düşünmüştü. Uzun parkurda ciddi bir rekabet olması ayrı bir konu, İskoç efsaneleri dolaştı durdu! İlk gün 6. istasyondan 9:15’te koşarak geçmişler, acaip acaip toz yiyecekler getirmişler, çadırlarının tabanı mı yokmuş ne –yarışmada bivak ve tabansız çadır yasak.. Biri gittikleri yolu sormuş, göstermişler, ama çok irtifa alıyorsunuz deyince “benim için yokuş yukarı koşmak mesele değil” demiş.. İskoçya’da yarışlarda ara kampta büyük çadırlar kurulur içki içilir dansedilir demişler, yani hala dansedecek halleri varmış.. Uzun parkurun birincileri oldular, en yakın rakipleriyle de aralarında birkaç saat fark vardı, ADAM’ın rekorunu kırmışlar. Seneye iyi hissetmek isteyen İskoçya için vasat sayılacak sporcu arkadaşlarını buraya çağırmalarını bekliyorum: “Oğlum Türkiye’de bir maraton var, kayda değer hiç rakip yok, meydan bizim, mekan da güzel..”

Kampta keyifçi ekip köfteleri, reçelleri hazır etmiş bekliyordu. Gerçek bir dev piknik yaptık, çimlere dağıldık ve Tuareg’le oynadık. Şu olaydan bu kadar keyif alabilmek için yeterince yorulmuş olmak, ama tükenmemek harika. Tüm ekiplerin dönmesini ve ödül töreninin yapılmasını saatlerce aralıksız yemek yiyerek beklemiş olduk. Törenden sonra önceki yıllarda şarap ve yemek oluyormuş ama biz kendi getirdiğimiz şarapları içip akşam İstanbul’da olabilmek için hemen kaçtık.

iskoçlarSon İskoç efsanesi de “profesyonel ekipler” veya “yabancı ekipler” diye ayrı bir kategori açılacağı, ve adamların ezici farklarla geçtikleri rakipleriyle aynı sıralamaya sokulmayacağıydı. Öyle bir kategori açılmadı, kısa, orta ve uzun parkurlarda sade erkek ekipler ve –bağyanlı, iki kadın veya karma- ekipler olmak üzere 6 sınıfta ilk 3er ekibe heykelcikleri verildi. Bize de orta parkur karma ekipler arasında 3.’lük verir gibi oldular, anlam veremedik. O esnada törenle ilgilenmediğim için adımın okunduğunu duymadım, arkadaş itti.  Hiç beklemiyorduk diyerek diğer ekiplerle tokalaştık ve herkes yarışı bıraktı herhalde diye fikir yürüttük. Hesaplarda hata olmuş, sonradan arayıp bildirdiler. Belki piknikçi modda gitmeyip derece deneyebiliriz bir yıl, ama o bu yıl değildi, sabah geç çıkmalarla birlikte doğru hesap olsaydı saçma olabilirdi. Yine de derece denemek yerine sadece bitirmek için uzun parkura girmeyi tercih ederim, ADAM’ı bir gezi faaliyeti olarak sevdim, etrafa bakınmadan koşulasılığı yok hiç.

SEVDİM BU İŞİ

Arazi harikaydı: sıklıkla dere kenarlarından geçiliyordu, yani su sıkıntısı yoktu. Arada ağaç sınırının da üzerine çıkılan, ormanlarla örtülü, yön bulma için oyuncaklı, çiçeklerle bezeli çayırları olan ve trafiğin rahatsız edici olabileceği hiçbir yolu kesmeyen muhteşem bir yer seçilmişti. Böyle bir yeri tanımak bile çok cazip bir fırsattı. 1/25000 detaylı askeri haritalara normalde ulaşmanın mümkün olmaması, kaybolunursa DASK tarafından bulunacağını bilmek, yerini teyit etmek için istasyonların olması, sağlık ekiplerinin hazır bulunması, kamp gibi şeylerin hazır organize edilmiş olması, parkurların bölgeyi inceleyen görevliler tarafından güzeller güzeli yaylalar ve tepelerden geçecek şekilde tasarlanması sonucu dolu dolu bir haftasonu programı oluşması, herşey yeni bir yerde faaliyet yapmayı kolaylaştırıyordu. Haftaiçi çalışan birinin gerekli araştırmayı yapıp, organize olup bir haftasonunda bu kadar dolu bir doğa turu yapması mümkün olamayabiliyor. ADAM, bir rehberli tur değil, dolayısıyla kendi becerileriyle doğada bulunmayı seçen sporcular için keyifli, ama aynı zamanda kurtarma organizasyonu ve hazır dökümanlarla bir güven ortamı sağlıyor. Katılımcılara da dağ tepe yürümek ve becerilerini sınamak kalıyor. Kendi adıma konuşursam, mesela dağlara gitmeyi sevip de ağaç sınırının altında pek bir şey yapmayan doğa meraklıları için de, tırmanış rehberi ve harita gibi dökümanları el altında olmayan yeşil bir yerde güzel zaman geçirme fırsatı oluyor. (hm, gerçi bir anda aklıma Oberland’ı tavaf edişim geldi)

ADAM haftasonu kendi kapasitende bir parkurda istediğin kadar zorlanacağın ama tasasız bir doğa etkinliği için katılınmaya değer ve önerilesi. Sırf verilen bilgiyi ve haritayı almak, bölgeyi tanımak ve sonra o bilgiyle tekrar gitmek için bile katılmak isteyebilirim. Ciddi ciddi koşup yarışmak isteyenler için zorlu arazi koşulları ve zemin-gereken beceri çeşitliliğinin oluşturduğu zenginlik ve eşine az rastlanır türden bir yarış olması zaten başka bir konu. Seneye de antrenmanlı olursak sadece bitirmek için uzun parkura, yine hımbıl olursak orta parkura gideriz bence..

———-

Fotoğraf makinesi taşıyan kaç kişi vardı acaba?

[embpicasa id=”5688373938868351633″]